Vişne rengi bahar dallarına ne güzel dizilmiş onca kuş. Öbek öbek badem çiçeklerine konan mevsimin ilk arıları. Narince dokunuyor güneşin sarı ışıkları. Sakin yine Tunus Caddesi. En sevdiğim, alışık olduğum mekanlar bir bir kapanıyor. Üzülüyorum; içimden yolcu edemediğim anılarımı gördüğüm yegâne yerdi Meridyen. Camdan mumlar ve Hera kadehleri anımsıyorum. Kar yağarken o kadehler kulplu ve kalın yapılı bardaklara bırakırdı yerini. Tarçınlı, karanfilli, kakule ve portakal aromalı kırmızı şaraplar yudumlanırdı kar vururken sokak lambalarına… Güleç bir yüz, geleceği olmayan samimi sohbetlerden biri daha sürer giderdi saatlerce, erimek bilmeyen mumun ışığında.
Ankara’nın kar yağışı o meşhur ayazını kırarken, sanki bahar gelmişcesine kalbimizi sevindirirdi. Kar bahaneydi aslında, sevinmeyi severdik biz, bir de birbirimizi. Akıl edemezdik yahut konduramazdık birimizden birimizin birkaç yıl sonra öleceğini. Bir bahar sabahı ansızın çekip gideceğini. Ölüm mecburi yön lâkin ayrılık acı.
Mutlu ve beklentisiz bir kıştı 2018… Kentlerin ömrü insanlardan uzun. Caddeler ve sokaklar hepsi birer hatıra defteri gibi. Kalbin kadar temiz bu sayfayı ayırdığın için teşekkür ederim diye başlayan hatıra defteri yazıları, kentler kadar uzun ömürlü mü dersiniz? Defterler saklı gizli bir köşede sessizliğini koruyorsa da o temiz kalplerden eser kaldı mı? Defteri arkadaş bilen o kalemlerin mürekkebi çoktan kurudu. Sayfaların kenarı köşesi her yanı doldu. Umut ederek daha iyisini yazalım da heba olmasın güzelim defterin sayfaları deyip kimi yazıları defalarca silip, satır başı yaptıysak da yeni baştan düzgün cümleler kurmayı beceremedik. Sessizce kapandı defterler, ne unutuldu ne de açıp bir daha okundu.
Hava günlük güneşlik gözümüzde siyahi gözlükler, ağır aksak yürüyoruz kâh kaldırımdan kâh yaya geçidinden. Bugün yetişmemiz gereken bir randevumuz ya da işimiz yok. Orhan Veli olmuşuz da Urumeli Hisarı’na oturmuşuz sanki. Ankara’nın orta yeri mutlulukmuş o anda. Martı kuşu ne gezer Ankara’da, Kuğulu’da bolca güvercin. İnsana alışkın ve artık küstah ve bazen yılışık. Omuzumuza kanat çırpacak kadar samimi. Kırmızı tenteli Tuna Büfe ve hep yazdığım o sarı kedi. Kediye gülümsüyorum, diyorum ki içimden; senin sadakatini ve seni hep bıraktığım yerde buluşumu seviyorum. İyi şeyler hatırlamak istiyorum. Bıraktığım hiç kimse ne ilk tanıdığım gibi ne de hayallerime ve başıma tac ettiğim gibi. Bir kitapta okumuştum: “İnsan yanılgıdır.” Diyordu tırnak içinde. Bu kadar yanılmış olamam derken en sevdiğim şarkı sesleniyor kırık bir nağmeden, “İstanbul Sokakları!”…
Ankara sokaklarında yanıldın mı hiç diye sormak lâzım şarkının sahibine. İstanbul sokaklarında sevgilisini arayıp kentle konuşan bir adamın hikayesini anlatıyor şarkı. Çare bulun bu derde diyor, sevgilimi verin bana. Sokaklar en sessiz halini alır böyle durumlarda. Yakasını toplayıp hesap sorulmaz, çünkü ölüm kadar çaresizdir kimi ayrılıklar…
Banka önündeki gitaristin gitar kutusundaki bozuk paralardan mâmûl yevmiyesini, bu bahara da ermenin mutluluğunu bilen ileri yaştaki gençleri, sevgileri ve sevgilileri, havuz başındaki akordeon sesini, sık sık yazdığım ayrılığın güftesini, boğazımdaki düğümleri bir bir seviyorum yeni baştan. İşte tam o sırada ansızın indiriveriyor nisan yağmuru… Kısa süreliğine sarı kediyle eşitleniyorum, şemsiye alınmaz mı yanına nisan bu güven olmaz ki işte böyle yağmaya başlar diyorum kendi kendime. Gitar susuyor, akordeon da. Şarkı bitiyor, Bestekâr’a kıvrılıyor yol ve bitmiyor Ankara sokakları.
Birkaç dakika sonra doğanın orkestrasına uyup usulca diniyor yağmur ve gözde kalan iki damla yaş da. Güneş, badem çiçekleri, bahar dalları, kuşlar ve ben. Hepimiz sağ salim nisandayız ve yeni baştan seviyoruz Ankara’yı…