Bir Nefeslik Umudun ve Direnişin Öyküsü

Prof. Dr. Mehmet Haberal… Onun adı Türkiye’de yalnızca tıbbî bir başarıyı değil, aynı zamanda insanî direnişi, azmi, kararlılığı ve adaletsizlik karşısındaki onurlu duruşu temsil ediyor. Başkent Üniversitesi’nin kurucusu ve ilk rektörü olan Haberal için üniversite yıllarında “Bir Karadeniz fırtınası” denirdi. Çünkü o, hep ileriye koştu. İlklere imza attı. Hiç durmadı. Başarılarıyla yalnızca Türkiye’yi değil, tüm dünyayı kendisine hayran bıraktı.
Haçapit’ten (Pazar’ın Subaşı Köyü) Dünyanın Zirvesine Uzanan Bir Başarı Öyküsü… Çocukluğunda çobanlık yaptı. Sabah horoz öttüğünde, katırları yükleyip ineklerle yola çıkardı. Tarlada çalıştı, tırpanla ot biçti. Köydeki yaşlıların gözbebeğiydi. Hem çalıştı hem okudu. İlkokulu teyzesinin misafir odasında, tek sınıflı ve tek öğretmenli bir ortamda okudu. Öğretmenleri ortaokul mezunuydu. Beyaz fırın ekmeğini pasta niyetine yerdi. Ortaokul ve lise yıllarında fırıncılık yaptı. Lise 2. sınıfa kadar mühendis olmak istiyordu. Sonra, “İnsanlara nasıl daha faydalı olurum?” diye düşündü ve doktor olmaya karar verdi. Aynı yıl hem Hukuk Fakültesi’ni hem de Ankara Tıp Fakültesi’ni kazandı. Tercihini tıptan yana kullandı.
Prof. Dr. Haberal: “Çağdaş medeniyetler seviyesinde yaşamak istiyorsak haftada 7 gün, günde 24 saat çalışmalıyız. Cumhuriyet, eserlerle taçlanır.”
O, bir Cumhuriyet evladıydı; Mustafa Kemal Atatürk’ün emaneti ve şerefiydi. Çok çalıştı, çalışmaktan asla vazgeçmedi. Başarılarıyla dünyada fırtınalar estirdi. Kendisine güvenenleri mahcup etmedi. Askerdeyken bile geceleri izin alarak Hacettepe Üniversitesi’nde çalışıyor, başarılara imza atıyordu. Sabahları erkenden kalkar, hastaneye gider, hastaların pansumanlarını yapar ve hocasını beklerdi.
Bilkent ve Hacettepe Üniversitelerinin kurucusu İhsan Doğramacı’ya “En büyük eseriniz nedir?” diye sorulduğunda, “Mehmet Haberal’dır” cevabını vermiştir. Diplomasını aldıktan sonra, adeta şimşek gibi ABD’ye gitti. Öğreneceğini öğrendi ve bir fırtına gibi ülkesine döndü. “Türkiye’ye dönersen kendine yazık edersin” diyenlere, “Ben sizden öğreneceğimi öğrendim. Ülkemin bana ihtiyacı var” diyerek yanıt verdi. 1975 yılında Türkiye’de ilk kez anneden çocuğuna böbrek naklini gerçekleştirdi. Başarılarıyla dünya onu ayakta alkışlıyor, ödüllere boğuyordu.
Ancak onun hikâyesi yalnızca bilimsel başarılarla değil, aynı zamanda bir adalet mücadelesiyle örülü. Fetullahçı kriminal örgütün kurduğu kumpas sonucu 4 yıl 3 ay 18 gün özgürlüğünden mahrum bırakıldı. O günleri anlatırken mahkeme salonunda “Yaşamımı gasp ettiniz, zamanımı katlettiniz!” diye haykırdı. “Suçum Ne?” başlıklı kitabında yer alan sözlü savunmaları, Türkiye’nin yakın tarihine ibretlik bir ayna tutuyor.
İnsan düşünmeden edemiyor: O dört yıl içinde kaç ameliyat yapılabilir, kaç hasta yaşama tutundurulabilir, kaç öğrenci yetiştirilebilirdi? Adaletin sekteye uğratılması yalnızca bireyleri değil, toplumun geleceğini de hedef alır. Haberal’ın kaybettikleri aslında milletin kayıplarıdır.
Bugün onun adı, yalnızca bir hekim değil, bir ekol olarak anılıyor. Türkiye’de organ nakli denilince akla gelen ilk isim. PAHSSc Derneği’nin “Bir Nefeslik Umudun Öyküsü” başlıklı bilimsel çalışmasında da vurgulandığı gibi, Türkiye’de akciğer nakli süreci onun vizyonuyla başladı. O, 1970’li yıllarda kimsenin konuşmaya cesaret edemediği bir dönemde, Atatürk’ün “Zafer, ‘Zafer benimdir’ diyebilenindir” sözünden ilhamla yola çıktı.
Sadece ameliyat yapmakla kalmadı.
– İslam dini açısından organ naklinin uygunluğu konusunda fetvalar aldırdı,
– Hukuki alt yapıyı oluşturdu,
– Toplumsal bilinç kampanyaları başlattı,
– Profesyonel sağlık ordusunu yetiştirdi.
Organ nakli süreci; donörün cömertliği, hekimin bilgeliği, sağlık çalışanlarının özverisi, bürokrasinin desteği ve hasta yakınlarının sabrıyla mümkün olur. Bu zincirin ilk halkasını Türkiye’de Prof. Dr. Mehmet Haberal oluşturdu.
Bugün binlerce hasta, onun açtığı yolda yürüyen sağlık emekçilerinin sayesinde yeniden nefes alıyor. Bu başarı uluslararası alanda da yankı buldu; Haberal, Dünya Organ Nakli Derneği Başkanlığı’na seçilerek bu gururu Türkiye’ye taşıdı.
Unutulmamalı: Organ bağışı yalnızca tıbbî bir müdahale değil, insanî bir devrimdir. TBMM Başkanvekili Ali Dinçer’in dediği gibi, “Ölümünüzün ardından bir insanın yaşayıp yaşamayacağına siz karar veriyorsunuz.”
Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın hikâyesi; bir bilim insanının, bir Türkiye sevdalısının, bir adalet savaşçısının ve bir insanlık öncüsünün öyküsüdür. Bu öyküde hem umut hem hüzün, hem mücadele hem başarı vardır. Ve bu öykü, bir toplumun kendisiyle yüzleşmesidir.
Çünkü bir insanın hayatına dokunmak, bin ömre bedeldir. Ve bu topraklar, ona “Suçum ne?” dedirtenlere rağmen, Haberal gibi isimlerle gurur duymaya devam edecektir.
“İyi ki Türkiye var! Her şeyimi bu ülkeye borçluyum.” diyen Prof. Dr. Mehmet Haberal’a, insanlık adına bir nefeslik umudu yeniden hediye ettiği için minnettarız.
Haberal hoca, bugün erişkinde canlıdan kısmi ilk karaciğer naklini gerçekleştirdiği 33. yıldönümünün onurunu yaşıyor.