Nazi Hukukunun Yargısı: Nüremberg Duruşması

Nüremberg’in yıkılmış duvarları arasında yükselen tek şey, yargıç Dan Haywood’un sesiydi. Stanley Kramer’in yönettiği “Nüremberg Duruşması” (1961), sadece bir mahkeme salonunu değil, insanlığın en karanlık dönemlerinden birini de perdeye taşıyan güçlü bir yapıt olarak sinema tarihindeki yerini aldı. Film, yalnızca bir savaş sonrası hesaplaşmayı değil, adaletin evrensel mi yoksa göreceli mi olduğunu sorgulayan bir sinema dersidir.Filmin merkezinde, Nazi Almanyası’nda görev yapan yargıçların savaş suçlarından ötürü yargılanması yer alır. II. Dünya Savaşı’nın ardından çökmüş bir şehirde, ABD’nin gönderdiği hakimin önüne çıkanlar birer cani değil, hukuk adamlarıdır. Bu ince ayrım, filmi sadece bir tarihi anlatıdan öteye taşır. Spencer Tracy’nin canlandırdığı Dan Haywood karakteri, adaletin evrenselliğini savunurken, dönemin siyasi baskıları ve Amerikan dış politikasının gölgesi altında karar vermeye çalışır. Özellikle savcı Tad Lawson’un “Başkalarına esirgedikleri adaleti alacaklar” cümlesi, filmin özünü net biçimde özetler.Oyuncu kadrosu adeta bir yıldızlar geçididir: Burt Lancaster, Nazi yargıcı Ernst Janning rolünde sessiz ama etkileyici bir duruş sergilerken; Marlene Dietrich, savaşın harap ettiği bir toplumun onuruyla yüzleşmeye çalışan bir Alman kadını olarak unutulmaz bir performans sunar. Judy Garland ve Montgomery Clift’in kısa ama çarpıcı sahneleri ise, mahkeme salonunun ötesindeki acıları yansıtmakta oldukça başarılıdır. En dikkat çekici performans ise Avukat Hans Rolfe rolündeki Maximilian Schell’e aittir. Zekice yaptığı savunmalarla izleyiciyi bile tereddütte bırakacak bir etki yaratır. Bu performans ona En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını kazandırmıştır.Yönetmen Stanley Kramer’in savaşın ardından adalet arayışını beyaz perdeye taşıma cesareti ve Abby Mann’in ödüllü senaryosu, filmi dönemin ötesine taşır. Kramer, filmi yalnızca bir Nazi yargılaması olarak değil, her dönemde iktidarın adaleti nasıl kendi lehine kullanabileceğinin bir uyarısı olarak da kurgulamıştır. Nitekim Haywood’un da kendisini bir noktada yargıladığına tanık oluruz: Kendi ülkesinin çıkarları için adalet ilkelerini esnetmeli midir?Filmin aldığı ödüller, sinema tarihindeki yerini pekiştirir. 1962 Oscar Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Uyarlama Senaryo dallarında ödül kazanırken, uluslararası festivallerde de övgüler toplamıştır. Kramer’e verilen En İyi Yönetmen ödülleri ve Dietrich’e layık görülen özel ödüller de filmin oyuncu-yönetmen uyumunun başarısını ortaya koyar.Film müzikleri geri planda kalsa da, atmosferin gerçekliğini besleyen yapısıyla önemli bir rol oynar. Soğuk ve gri tonlarda ilerleyen görsel dil, bir mahkeme filmini dramatik bir sahneye dönüştürür. Nüremberg Duruşması, bir kitap uyarlaması değildir; ancak tarihi belgelere ve gerçek duruşma kayıtlarına yaslanarak kurgulanmıştır, bu yönüyle belgesel gerçekçiliği taşır.Bugün dönüp bakıldığında, Judgment at Nuremberg hâlâ geçerliliğini koruyan bir başyapıttır. Adaletin evrenselliği, insan hakları ve siyaset üçgeninde sıkışmış bireylerin vicdani sorgulamalarını aktaran film, her kuşağın izlemesi gereken bir eser. Spencer Tracy’nin “Olması gerekeni yaptım” cümlesi ise hâlâ yankılanıyor.Bugünlük bu kadar, hoşçakalın.