Ankara’ya her mevsim yakışan bir dil biliyorum, caz! Alelade bir sonbahar sabahında şehirde yürüyorken, Üsküp Caddesi’nin hafif yokuşuna tırmanıyorsunuz, caddenin eğimi ağaçlardan düşen yaprakları yüzünüze düşürüyor ve gülümsediğinizi fark ediyorsunuz. Tam bu esnada adeta var oluşu orada başlamışçasına birkaç tını. Caz’dan başkası olamaz. Evet, Üsküp Caddesi’nde yürüyorken kulağınıza sokağın bir parçası haline gelmiş, mizansende adeta sokakla birlikte var olan caz tınıları gelirse şaşırmayın. Çünkü bu yaz Üsküp’e, biri arkeolog diğeri müzisyen bir çiftin eli değdi, içi dışı mis bir sanat mekanı açıldı. Ahzuita… Ahzuita, Arapça’da esasında alışveriş anlamına geliyor. Ki zaten çiftimiz de buradan yola çıkıp, Ahzuita’yı adı gibi bir duygu ve fikirlerin paylaşıldığı kolektif bir mekan yapmayı hedefliyor. Üsküp Caddesi’nin ruhu üstümüze başımıza sinerken, bizce Ahzuita, Ankara’ya çok yakışıyor.
’MÜZİK, KONSANTRE OLDUĞUNUZDA SİZİ DAHA KOZMİK BİR GERÇEKLİĞE GÖTÜREBİLECEK GÜZİDE BİR SANAT’ İlk etapta evde çalınan müziğin dışarda; mekan ve konserlerde çalınan müzikten ne kadar farklı olduğunu gözlemlediklerini söyleyen Müzisyen Yunus Muti, Ahzuita’nın hikayesini şöyle anlatıyor, “Burada yakalamaya çalıştığımız şey, bir ev sıcaklığında, müzikal performanslar deneyimlemek. Bu Ankara’da eksik gördüğümüz bir şey çünkü mekanlarda çok fazla insan olduğu zaman oluşan rabarbanın dezavantajlarını müzisyenler oldukça yoğun hissediyor. Bu rabarbadan dolayı müziğin dinlenmemesi dolayısıyla sesinin yükseltilmesiyle müzisyenlerin asla istediği bir ortama ulaşmaması gibi bir problem vardı. Biz de dedik ki, çok daha küçük bir yer olsun, 20 kişilik konserler düzenleyelim ve o 20 kişinin 20’si de çok ciddi bir konsantrasyonla müziği dinlesin. Çünkü müzik konsantre olunca sizi bu gerçeklikten daha kozmik bir gerçekliğe çok kolay ve çok hızlı bir şekilde götürebilecek güzide bir sanat. İhtiyacımız olan ona odaklanmak. Müzisyenler olarak bu konsantrasyonun açlığındaydık; dışarda ne biz ne de çaldığımız insanlar müziğe odaklanabiliyordu. Dedik ki sadece müziğe odaklanabileceğimiz; ki sadece müzik diye de sınırlamaya gerek yok çünkü pek çok konu başlığında söyleşiler yapıyoruz; konu neyse o konuya odaklanabileceğimiz ev tadında bir ortam yaratalım. Böylece Ahzuita’nın fikri filizlenmiş oldu; burada her şey küçük ama güçlü, minik ama lezzetli, az ama özel…”
KOLEKTİF BİR MEKAN: KARAR TAMAMIYLA MÜZİSYENLERİN…Muti’den, müzisyenlerin hızlıca benimsediği bu ev sıcağınde neler yaptıklarını şöyle dinliyoruz, “Ahzuita’yı açtığımızdan beri müzisyenler burayı inanılmaz benimsediler. Herkesten destek aldık, Ahzuita için ciddi bir imece ile oluşmuş kolektif bir mekan dememiz mümkün. Yönetimi bize ait olsa da karar tamamıyla müzisyenlerin… Ahzuita, sanatseverler için bir buluşma noktası, bu nokta içerisinde vakit geçireceğimiz, acıkacağımız, bir şeyler içmek isteyeceğimiz için de bir kafe bölümü de düşündük. Onun dışında lokal sanatçıların ürünlerini de satıyoruz, seramik ürünlerimiz var, eşim Didem arkeolog, dijitalde kültürel mirasa dayalı değişik imajlar birleştirerek tasarımlar yapıyor, ürünlerini ‘Didantik’ adı altında topluyoruz. Yine Didem’in ailesinden kalan bir optik dükkanı var. Biz o optik dükkanından çok eski ve çok değerli gözlükler bulup onları restore ettik ve artist vintage diye bir koleksiyon oluşturduk. Onların da belli parçaları burada satışta…”
Ahzuita’daki iki yağlıboya resmine dikkat çeken Muti, eserlerin Türkiye’deki ilk caz orkestrası olan Cazın Kartalları’nın saksafonistçisi Erdoğan Seçil’e ait olduğuna dikkat çekiyor; “Erdoğan Seçil, son 20 yıldır kendini sahne ve caz resimleri yapmaya verdi. Dolayısıyla Ahzuita’nın görselini de zenginleştiren bu kıymetli iki eser de satılık.”
“DOĞRU ORTAM DOĞRU DENEYİMİ DOĞRUR”En başta kendileri için böylesi bir sanat mekanına ihtiyaç duyduklarını belirten Muti, “Hedeflediğimiz şey bir başlığa değer veren insanların bir araya gelip ortak ve güzel deneyimler yaşaması, biz de o insanlardanız ve en başta kendimiz için böyle bir şey yapıyoruz. Ankara’daki caz müzisyenleri küçük bir kitle ve biz birlikte çalmaya alışkın bir ekibiz. Caz bir dil olduğu için o dili konuşabilen insanlarla bir araya gelip rahatlıkla o formları icra edebiliyoruz. Bazen ben de çalıyorum, ekip eksik olunca o açığı kapattığım oluyor. Ahzuita açılalı yaklaşık dört ay oldu, şimdiye dek neredeyse 30’a yakın etkinlik düzenledik. Hem düşük volümlü çalınan müzik hem de insanların dinlemesinden mütevellit doğru frekansa giren müzisyenlerin muazzam icralarına tanıklık ettik. Doğru ortam doğru deneyimi doğrur, Ahzuita’da bunu tasdiklemiş olduk. Yaptığımız etkinliklerin karşılık bulması çok keyifli, minnacık bir birliktelik, bir araya geliş ama orada yaşanılan deneyim gerçekten çok kıymetli” diye konuşuyor.
Muti, Cumartesi günleri düzenledikleri “Caz Talks” etkinliklerinden – bahsederek, bazı Ahzuita rutinlerinden bahsediyor; “Her Cumartesi Caz’ın tarihine giriyoruz ama genel olarak ‘nasıl oluyor bu işler, davul ve bas bir araya gelip nasıl oluyor da böyle bir müzik çıkıyor’u konuşuyoruz. Bu program, cazı bilenlerin daha da ilerlemesini, bilmeyenlerin de dinleme hususunda bir şeyler öğrenmesini sağlayan bir hobi etkinliğine dönüşüyor. Pazarları ise 10 kişiyle sınırlı uygulamalı workshoplar yapıyoruz. Örneğin bu Pazar Cem Aksel’in devam ediyor olan ritim workshopu var. Önümüzde şarkı sözü olmaksızın, anlamsız heceleri bir araya getirerek, enstrümanmışçasına söylendiği avangart bir proje olma hususu taşıyan bir Ceren Temel konseri var. Şu an için ilerlediğimiz sistemde haftada iki tane konser yapmaya çalışıyoruz. Genelde bestesi olup orijinal projeler çıkaran kişilere öncelik vermek istiyoruz. Yeni bir şey denemeyi ve duymayı seviyoruz. Ankara’daki sanatçıların burada başlayıp asıl projelerini İstanbul’da çıkarmaları gibi bir klişe var, onun kırılması temennisindeyiz. İnsanlar burada da bir şeyler yapabilirler.”
Bu noktada Ankara’yı İstanbul’dan ayıran hususun sanatın spontane yaşanması olduğunu dile getiren Muti, “İstanbul’daki organizasyon programları dakika dakika önceden düşünülerek dizayn edilmişken Ankara’da programlanmamış şeyler spontane ortaya çıkabiliyor, insanlar bunu kanıksadığı için de işler bir şekilde yürüyor, güzel işler çıkıyor. Bunu pazarlama konusunda İstanbullular kadar başarılı değiliz. Ankara için genel olarak işimizi iyi yapıyoruz ama iyi satamıyoruz diyebilirim” diye konuşuyor.
Eğer kendinizi Üsküp Caddesi’nin akışına bırakırsanız da ayaklarınız sizi Ahzuita’ya götürürse zevkli kupalardaki lezzetli kahveleri deneyimlemeyi, bir de oldukça arkadaş canlısı patili dostumuz Leeu ile tanışmayı unutmayın!