Küresel iklim değişikliği ve su kaynakları diplomasi görüşmelerinin de ana maddelerinden biri olmaya başladı. Küresel iklim değişikliği hatta küresel iklim krizinin daha önceki yıllarda dünyayı bu kadar çok etkilemediğini ancak son yıllardaki iklim değişikliği ile beraber bunlara önlem almanın artık dünyadaki ülkeler açısından da zorunlu olduğunu belirten Namık Kemal Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Okan Gaytancıoğlu, “ Yıllardan beri gıda ve suyun en önemli kaynaklardan biri olduğu söyleniyor hatta uluslararası ilişkilerin ana gündem maddelerinden biri olacağı konuşuluyordu. O gün artık geldi. Dünyada birçok ülke su kaynaklarının ve gıda üretim ve güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu fark etti. Dünya nüfusu 1 milyardan 8 milyara hatta 8 buçuk milyar dolayına yükselince bu iki unsurun ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. İçinden geçtiğimiz süreçte su kaynaklarını koruyan ülkeler elindeki su kaynakları korumayı başaran ülkeler ister istemez artık bölgesel politikalarda söz sahibi olacak noktaya geldi. Bu anlamda Türkiye avantajlı ancak gerekli olan önlemleri aldığı takdirde bu avantajını koruyabilecek. Türkiye su kaynaklarını ve havzalarını koruyarak gelecekte bölgenin en etkili ülkesi olabilir. Bir anlamda suyu yöneten kazanacak önümüzdeki yıllarda. Unutmayalım üçüncü dünya savaşının ana nedeni su kaynakları ve gıda olacaktır” dedi.
Dünyanın daha önceki yıllarda küresel iklim değişikliği ve küresel iklim krizini bu derece yakından hissetmemesinden dolayı bu konuların arka planda kaldığına dikkat çeken Gaytancıoğlu, şunları söyledi: “Geldiğimiz noktada artık bundan kaçış olmadığı görüldü. Artan dünya nüfusunun iklim değişikliklerinden ve sulu tarım olanaklarının kısıtlanmasından dolayı etkileneceği ortada. Öncelikli olarak ülkeler sera gazı kullanımında anlaşma zemini hazırladı. Daha sonra su kaynaklarının korunması konusunda arayış içerisine girildi. Ancak ABD başta olmak üzere bazı ülkelerin enerji kaynaklarını bu kadar hoyratça kullanmasından dolayı, kapitalizmi vahşi boyutlara getirmesinden dolayı dünya iklim değişikliğinin ötesinde iklim krizi ile karşı karşıya kaldı. Bugün artık suya sahip olan ülkeler daha avantajlı. Bölgesel etkinliklerini daha arttıracak, bu tablo kaçınılmaz olarak çıkıyor ortaya. Türkiye ise su fakiri olduğunu söylememize rağmen su kaynakları açısından bölgesinde en avantajlı ülkeler konumunda. Tarım konusunda da öyle ama değişen iklim şartları nedeniyle artık suyun kullanımı, toprağın kullanımı, tarımın yapılması gibi konular tamamıyla planlı bir şekilde olmak zorunda. Suyun ise korunması büyük önem taşıyor artık.”
Türkiye’nin büyük nehirlerinin sınır ötesi nehirler olduğunu belirten Gaytancıoğlu, “Bu da ister istemez başka konuları gündeme getiriyor. Yani uluslararası ilişkilerde önemli bir konu haline geliyor sınır aşan suların kullanımı. Türkiye’nin Dicle ve Fırat nehirleri Suriye ve Irak tarafından da kullanılan nehirler. Elbette Türkiye Irak ve Suriye’de yaşayan insanları düşünerek bu suyu iki ülkenin de kullanmasını sağlayacak. Ancak öncelikli olarak yapması gerekenler var. Bunun başında barajlarda su tutulması gerekiyor. Ancak bu da yetmiyor güneş enerjisi nedeniyle buharlaşmanın artıyor olması ayrıca barajlara da bir önlem alınmasını gerektiriyor. Türkiye bunu yaptı aslında. Kapalı devre sulama sistemleri ile birlikte damla sulama sistemine geçmiş durumda. Daha önceki yıllardan başladı bu. Ancak tam anlamıyla yeterli olmuyor. Bunun nedeni ise suyun kullanımına yönelik stratejik plan yapılmamasından kaynaklanıyor. Bugün hem ülke içinde, hem de ülke dışında sularımıza sahip çıkmak için ciddi su stratejisi oluşturulması gerektiği ortada” diye konuştu.
Türkiye’nin iklim değişikliğinden dolayı bazı bölgelerinin de olumsuz etkileneceğini kaydeden Gaytancıoğlu, şunları ifade etti: “Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki iklim özellikleri değişecek. Örneğin 2040’lı yıllarda Orta Anadolu bölgesinde çölleşme ve kuraklık artacak. Bu önemli bir değişim. Kuzeyde ani bir değişiklik beklenmese de Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi de iklim değişikliğinden nasibini alacak. Güneydoğu Anadolu bölgesi yine kuraklık ve çölleşme tehlikesi yaşayabilir. Doğu Anadolu Bölgesi’nde Akdeniz iklimi özellikleri görülmeye başlayabilir. Dolayasıyla daha şimdiden BM’nin bu konularda hazırladığı senaryolara uygun bir şekilde önlem alınması kaçınılmaz. En büyük hata ise sulu tarımda yapılan yeraltı sularının tüketilmesi. Bunun nedenlerinin başında ise kentleşme ve organize sanayi bölgelerinin oluşumu geliyor. Artık su çıkarmak için 200-300 metre derinliğe iniliyor. Bu da su kaynaklarına zarar veriyor. Barajların korunması için ağaçlandırılmanın arttırılması gerekiyor. Kentleşmenin kontrol altına alınması gerekiyor. Tüm bunlarla birlikte su stratejisi iç ve dış boyutuyla birlikte milli çıkarlarımıza uygun hale gelir.”
Türkiye’nin son dönemde büyük nehirlerini korumasının öneminin içinde bulunduğu coğrafyada yaşanan iklim değişiklikleri nedeniyle bir kez daha ortaya çıktığına dikkat çeken Gaytancıoğlu, “Ukrayna Rusya savaşının nedeni kamuoyunda farklı konuşulabilir. Ancak temel nedenini birçok bilim adamı biliyor. Ukrayna tarım arazileri ve ormanlık alanları önümüzdeki dönemde iklim değişikliğinden en az etkilenecek bölgeler arasında. Rusya bunu gördüğü için Ukrayna’ya baskı uyguluyor. Önümüzdeki dönemde bu nedenlerden dolayı ülkeler arasındaki bu tür çatışmaları görebileceğiz. Ayrıca Türkiye su fakiri diyoruz ama elinde Dicle, Fırat, Sakarya, Kızılırmak, Yeşilırmak, Meriç, Ergene, Asi başta olmak üzere pek çok doğal su kaynağı var. Bunları korumak için önlemleri arttırmalı. Kentleşmenin önüne geçilmeli. Hazar havzası daralıyor. Aral Gölü kurudu. Buradaki sorun yine Türkiye’yi ilgilendiriyor. Bölgede en önemli su kaynakları olan ülke konumunda hala. Su havzalarımızı mutlaka korumalıyız. Istranca dağlarından İstanbul’a su getirmeyi bırakmalıyız. Su havzalarının bulunduğu eko sistemleri korumalıyız. Bundan sonra su artık Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun olarak kullanılırsa Türkiye bölgesinde en etkin ülke olacaktır” ifadelerini kullandı.