Oyuncu Ezgi Mola’nın Barcelona’daki evinin işgal edildiğini öğrenince yaşadığı şok Türkiye medyası için renkli bir magazin haberi belki; fakat bu “münferit” görünümlü kriz, esasta neoliberal kapitalizmin iflas eden şehir politikalarının bir yansıması, Avrupa’nın yıllardır görmezden geldiği yapısal bir çarpıklığın herkesin yüzüne tokat gibi çarpmasıydı aslında…
“Okupa” kelimesi İspanyolca “işgal etmek” fiilinden türeyen bir kavram olarak 1970’’lerden bu yana kapitalist kent politikalarına, emlak spekülasyonuna, lüksleşen yaşam standartlarına karşı bir tepkiyi temsil eden radikal bir harekete dönüştü. İspanya’da başta Madrid ve Barcelona olmak üzere büyük şehirlerde bu hareketi takip eden anti-kapitalist, hatta anarşist temelli birçok grup ile düşük gelirli bireyler ve göçmenler boş bırakılan binaları, daireleri işgal ederek hem barınma ihtiyacını karşılıyor hem de kültürel merkezler, kolektif alanlar yaratıyordu. Böylelikle şehirlerin görünmeyen çeperlerinde, görülmeyen- görmezden gelinen yoksul kitleler tarafından alternatif yaşam biçimlerinin kaleleri kuruluyordu.
Peki bu noktaya nasıl gelindi? İspanya’da ve kimi Avrupa ülkelerinde neo-liberal kentleşme politikaları uzun süredir toplumsal adaletsizliği büyüttü. Kiralar fırladı, ev almak orta sınıf için imkânsıza yaklaştı. Sosyal konut üretimi azaldı. Üstüne devletin, sermayenin ve rantın korunduğu; ama vatandaşların temel barınma hakkının garanti altına alınmadığı çarpıklaşmış düzende, evlerin sadece bir yuva, başımızda bir çatı olmaktan çıkıp; yatırım aracı, pasif gelir kaynağı, boş durdukça değerlenen taşınmazlar olarak ona buna, yabancıya satıldığı bir meta haline gelmesi bu tür işgal vakalarını yaygınlaştırdı. Okupa hareketi, tüm bu giderek artan eşitsizliklerin üzerinde temellenen bir protesto hattıydı en başta; ancak hareketin bugün geldiği nokta, ironik bir biçimde, eleştirdiği kapitalist düzenin boşluklarında kendine yer açmaya çalışan bir “gölge ekonomi” haline dönüştü. Öyle ki bu mücadele hattı, bazı suç şebekeleri tarafından da kullanılır hale geldi. “Sistem karşıtlığı” etiketiyle başlayan işgaller, şimdi karaborsa ev tahliyeleri ve sahte kira kontratlarıyla birtakım irili ufaklı çetelerin oyuncağı haline gelmiş durumda. Hal böyle olunca, Avrupa’da boş binaları, daireleri hedef alan sistemli gruplar; artık ev sahiplerinin mülkiyet haklarını daha da belirsizleştiren, dahası haklı olan bir davayı haksız duruma düşürecek şekilde yasal ölçüleri aşarak suç unsuru yaratan bir eylemin özneleri haline geldi. Zira İspanya’da okupa yasaları, işgalcilerin bir süre sonra hak iddia etmesine olanak tanıyor. Dolayısıyla mülk sahipleri tarafından başlatılan hukuki mücadele ve tahliye süreçleri aylar, hatta bazen yıllar alabiliyor. Bu durum, modern hukuku zorlukla ayakta tutan çağımızda “hak” kavramının da içini boşaltıyor.
Yüzbinlerce boş konut bir yanda, kiralayacak evi olmayan insanlar diğer yanda… Mülk sahibi olmanın artık bir yaşam hakkı değil, birikmiş serveti değerlendirmenin, varsıllığın sembolü olduğu günümüzde, okupa hareketi bu çelişkiyi hedef alsa da artık çözüm üretmekten çok, yalnızca mülkiyet hakkının sistematik ihlaline sebep olan tehlikeli bir yozlaşmışlık haline geldi.
Diğer yandan, kapitalist şehircilik politikalarının eşitsizlik üretme kapasitesi, artık yalnızca gelir farklarında değil, “kimin nerede yaşayabileceği” sorusuna verdiği cevapta da belirginleşiyor. Bugün Ezgi Mola’nın başına gelen, Türkiye’de henüz benzeri yaşanmayan bir örnek olabilir; ancak İstanbul gibi mega kentlerde çığ gibi büyüyen kira krizi, yetersiz sosyal konut politikaları ve kontrolsüz göç ve artan nüfusla birlikte benzer sosyolojik fay hatlarının oluştuğunu söylemek gayet mümkün. Bu da bize gösteriyor ki, benzer bir “okupa” sorununun yerel versiyonları yakın gelecekte kapımızı çalabilir.
