Cumhuriyetimizin 100. Yılında ekonomide nereden nereye geldik, bir bakalım. Cumhuriyet ilan edildiğinde yeni bir kurtuluş savaşından çıkan ve küllerinden adeta yeniden doğan Türkiye Cumhuriyeti, 10 yılda 10 milyon gençle yeni bir mucizeyi gerçekleştirmişti. Yurdu demir ağlarla ören, bir toplu iğne bile üretemezken yurdun dört bir yanında tüten fabrikaları üretime sokan genç cumhuriyet tüm bunları yaparken bir kuruş dahi borçlanmaya gitmemişti.
Hoş bu durumda ki bir ülkeye kimse tek cent dahi borç vermezdi. İç borçlanmaya da gidilmemişti o dönemde. Vatandaş, elinde avucunda ne varsa Kurtuluş Savaşı yıllarında devletine verdiği için, onlarda da tek bir lira yoktu.
Tüm bu olumsuzluklara karşın, tarımda belli bir ilerleme kat edilmiş, savaş yıllarınca sürülmeyen tarlalar sürülmüş, ürün karşılığı elde edilen tohumlar ekilerek, binlerce dönüm arazı tekrar yeşertilmişti. Kurdelasını bizzat Atatürk’ün kestiği, birçok fabrika üretime geçmişti. Tüm bunlar, elde avuçta olmayan imkanlarla gerçekleştirilmişti. Atatürk, kurulacak, üretime geçecek her bir fabrikanın bedelini, yine bu topraklardan elde ettiği ürün karşılığında ödemişti.
Özelleştirme adı altında yıllar boyunca satıla satıla bitirilemeyen fabrikalar ve üretim tesisleri, limanlar işte bu yılların ve sonrasında iş başına gelen hükümetlerin eseriydi. Bugün onların pek çoğu hayatımızın içinde yoklar. Kimi satıldıktan sonra, fabrikalar söküldü, hurda malzeme olarak satıldı, kıymetli arazilerinin üzerine de binalar dikildi.
Enflasyon diye bir sıkıntı yoktu o yıllar. Vatandaş geçimini elindekiyle yapabiliyordu. Devletin kimseye borcu yoktu, öyle milyar milyar faiz de ödenmiyordu. Tüm vatandaşlarımız, kendimizin ürettiği ürünü kullanıyor, tarlasından, bahçesinden ürettiğini tüketerek ama yarınından emin bir yaşantı sürüyordu.
Tüm bunlar gerçekleştirilirken, dünya ikinci bir dünya savaşı geçiriyor, milyonlarca insan bu savaşta hayatını kaybediyordu. Ülkelerde taş taş üstünde kalmıyor, alt yapıları tamamen çöküyor, savaş öncesinde birçok meslek grubunda yetişmiş insan savaşta hayatını kaybediyordu. Ama ülkemiz yine bu badireden de uyguladığı akılcı dış politikalar ile sıyrılmasını biliyordu. Türkiye, sınırlarına kadar gelen savaştan, tek bir kurşun sıkmadan, tek bir askerini yitirmeden çıkma becerisini gösteriyordu.
O günlerde bu günlere geldik. Cumhuriyetimizin kurulduğu günlerden bu günlere tam tamına 100 yıl geçti. Yanmış yıkılmış bir imparatorluktan, geriye kalanlarla kurulan genç cumhuriyetimiz tüm yaşanan olumsuzluklara karşın bugün yine dimdik ayakta. Devletlerin hayatında yüz yıl kısa bir süredir, ama aynı zamanda çok da önemlidir. Gelecek yüzyıllar için bir ışık ve bir umuttur. Bu nedenle ister bir kuruluş olsun, ister bir devlet olsun yüzüncü yılını layık olduğu şekilde kutlamak ister, bu onların en doğal hakkıdır da.
Bugün bölgemizde tüm şiddetiyle devam eden acımasız bir savaş yaşanıyor. Ölenler, tamamen siviller, yani çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve savaşla uzak yakın ilişkisi olmayan gençler. Filistin, bu acımasız savaşın hedefinde, iki bine yakın çocuğunu, bir o kadar kadın ve yaşlısını kaybetti. İsrail’in hedefi belli, çocukları, kadınları ve yaşlıları öldürerek Filistinlilerin direncini kırmak istiyor.
Türkiye işte böylesine zor günlerin içinde Cumhuriyetinin 100. yılını yaşıyor. Savaş elbette ki hiç yaşanmaması gereken bir insanlık suçu. Ama, Türkiye neredeyse 50 yılı aşan komşu savaşları içinde ayakta kalabildiyse bunda en büyük pay, yönetim şeklinden yani Cumhuriyet rejiminden kaynaklanıyor. Cumhuriyet, çağdaşlaşma, kalkınma, demokratik hak ve özgürlüklerin teminatı olan yüce bir olgudur.
Çevre ülkelerine bir bakın, bir yanda molla rejimi altında yaşayan İran, öte yanda kendilerinin bile hesabını yapamadığı bir parçalanış yaşayan Irak, iç savaşın bitme noktasına getirdiği Suriye ve tüm bunların yanında çatışmaların odağında bir Ortadoğu.
Tüm bunlara baktığımızda, Cumhuriyetin ve demokrasinin kıymetini çok daha iyi anlıyoruz. Bu cumhuriyet, öyle bazı örümcek kafalıların iddia ettiği gibi gökten zembille inmedi. Her bir karış toprağı işgal edilmiş, elde avuçta hiçbir şeyi olmayan inanmış insanların çabaları ve yıllar yılı süren uğraşlarıyla kuruldu. Eğer bugün bu ülkede rahat bir nefes alabiliyorsak, kendi hayatları pahasına bu ülkeyi yoktan var edenlerin sayesindedir. O isimlerin adlarını oradan, buradan kaldırmakla bu değerlerimizi unutmak, unutturmak mümkün olmayacaktır.
Aksine; bugün o insanlarımıza, o kahramanlarımıza, daha çok sahip çıkmalı ve kurdukları cumhuriyeti yaşatarak, daha ileri noktalara taşımak mecburiyetindeyiz. Maazallah, hala hurafelerin peşinden gitmekle, bir takım boş kafaların, sözde tarihçilerin sözlerine kanmaya devam edersek sonumuzun nasıl olacağına şöyle ülkemizin güney sınırlarının ötesine bakarak görebiliriz.
Yarından itibaren sizlerle Nutuk’tan, Cumhuriyetin kuruluş günlerinden yaşananları, Atatürk’ün bizzat yazdıklarından paylaşacağız.