Çocukluğumdaki bayramlar

Bu bayram günü, yaklaşık 50-55 yıl önceki, çocukluğumdaki bayramlardan bahsedeceğim.Memleketim Karaman’da 1960 ve 1970’li yıllardaki bayramlar, öncesi ve sonrası ile telaşlı, coşkulu, heyecanlı ve sevinçli günlerdi. O yıllarda bayram öncesi evlerde anneler, ablalar haftalar öncesinden bayram münasebeti ile dip-bucak bir ev temizliğine girişirdi. Çocuklar ise ayrı bir heyecan içinde olurlardı. Her ne kadar söylenmese de, biz çocukların aklı biraz yeni bayramlıklarımızda, biraz da bayramda toplayacağımız bayram harçlıklarında olurdu.Bayram gününden hatta arefe gününden (biz arife günü derdik) önce bir “ bayram alış-verişi” telaşı olurdu evlerde. Özellikle de annelerde. Mesela annem çocuklarına “bayramlık” giyecek almak için mutlaka 2-3 kere alış- verişe çıkardı çarşıya. O yıllarda konfeksiyon çok yaygın değildi. Genelde kumaş alınır, kıyafetler evde dikiş makinesiyle dikilir veya terzilere diktirilirdi. Ailelerin büyük bir kısmı kış bayramlarında kazak- yelek örerdi günler öncesinden. Çorap ve ayakkabı da alınırdı. Lastik ayakkabı da olsa, naylon ayakkabı da olsa, iskarpin de olsa yenisi alınmaya çalışılırdı bayramlarda. Böylece “Bayramlıklar” mümkün olduğunca her çocuk için hazır hale gelirdi bayram öncesinden. Aslında bu telaş bütün ailelerde vardı. Ama her aile kendi bütçesine ve gelir durumuna göre yaşardı bu telaşı. Gündelik çalışan bir işçi olan rahmetli babamın bazı bayramlarda bu konuda sıkıntı çektiğini, annemle tartıştığını ve gözlerinin dolduğunu evin büyük çocuğu olarak gördüğüm anlar az değildir.Biz çocuklar, bayram öncesinden hazırlanan ve odamızın bir köşesinde duran bayramlıklarımıza, yani yeni giysilerimize girişte ve çıkışta sürekli bakardık. Hatta yeni bayramlık ayakkabılarımız yatağımızın başucunda dururdu. Bayramlıklar mutlaka ilk defa bayram günü giyilir, daha önce giyilmezdi. Giyenler “ bayramlıklarını pislerlerdi”. O yüzden bayramlıklarımızı giyecek olmanın heyecanı ile arefe gecesi uykularımız kaçardı. Sabah olsa da bir an önce bayramlıklarımızı giysek diye büyük heyecan yaşardık. Arefe akşamı çocuklar mutlaka banyo yaptırılırdı. “Arefe günü banyo yap ki boyun uzasın” sözleri en çok duyduğumuz sözlerdi. Ve uzun heyecanlı bir gecenin ardından bayram sabahının erken saatlerinde babamın veya annemin seslenmesi ile birlikte kalkar ve bayram namazı için erkenden caminin yolunu tutardık. En yakın camide yer bulamayıp birkaç cami gezdiğimiz bayramlar çok olurdu. Bayram namazı sonunda camideki cemaat cami kapısının önünde sıra olur ve cemaat bir biri ile bayramlaşırdı.Namaza yetişme durumumuza göre, ya Ferit’in Camiye, ya Kırmahalle Camisine ya da Tatarların Cami dediğimiz Kırım Türklerinin oturduğu semtteki camiye giderdik. Üçünü de dolaşıp yer bulamadığımız, başka yerlere gittiğimiz de çok olmuştur. Cami çıkışı babam ve erkek kardeşimle Kırmahalle’deki mezarlığa giderdik. Hemen hemen vefat eden bütün yakınlarımız oradaydı. Onların mezarlarına gider, fatiha ve kuran okur, onlar için dua ederdik. Mezarlık dönüşü evin önünde zaman zaman da (y)üzerlik otu yakardık. Orta Asya’dan gelen bir gelenek olsa gerek, büyüklerimiz, üzerlik otunun dumanı nazar olan kişilere ve mekana tamamen nüfuz ederek nazarın etkisini kırar derlerdi. Birinci bayram günü üzerlik otu yakma ve mezarlık ziyaretini önceleri biraz yadırgadığımı söylemeliyim. Ama zamanla, kabir ziyaretinin hem dini bir eğitim hem de “vefa”nın önemli bir parçası olduğunu anladım. Bayram yapıyorduk ama ahireti de, büyüklerimizi, yakınlarımızı da unutmuyorduk.