İdari teamüller nereye kayboldu?

2025’in daha ilk ayında yaşanan hadiselerle zor, üzücü ve bunaltıcı gündemlerin içindeyiz. Bugün yazacaklarım da niçin sürekli bu tür kötü, fecaat uyandıran gündemlerle güne başladığımızın en başat ve genel sebeplerinden biri üzerine. Konumuz sorumsuzluk…
Tamamen objektif bir değerlendirmeyle, Türklerin çok köklü bir devlet geleneğine sahip olduğunu ve tarih boyu değişim dönüşümler içinde bile bu kadim siyasi geleneği sonraki kuşaklara aktarabilen mahir bir ilerleyişte olduğunu söyleyebiliriz. Bu dar alanda uzun uzun temel düzey siyaset bilimi dersi verecek değilim elbette; fakat buradan modern devlet kavramına döndüğümüzde, teorik olarak, toplumların asgari bir sağlık, ekonomik refah ve güvenlik ortamında sulh içinde yaşayabilmeleri için kurgulanmış geniş bir yönetim çatısının kastedildiğinin bilincinde olmalıyız. Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna mistik ve felsefi düsturuyla iz bırakan bir tarihi kişilik olan Şeyh Edebali’nin benim de çok sevdiğim “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünde saklı evrensel nitelikteki siyasi anlayış, tam da teorik manada burada kabaca çerçevelediğim normatif bir modern devlet imajına işaret eder.
Ancak bugünlere geldiğimizde Türkiye’de günden güne rastladığımız dehşet verici manzaralar ve yaşadığımız mükerrer kabuslar artık bu prensibin, bu hatırlı nasihatin çok uzağında olduğumuzu gösteriyor. Sebebi ise çok açık. Her türlü kurum ve kuruluşlardaki sorumsuzluk… Vatandaşına, müşterisine, vb. adalet ve hesap verebilirlikten azade bir başıbozuklukla, pişkinlikle muamele etmeyi kendinde hak gören sorumluların idarede, gündelik işleyişte sebep olduğu erozyon… Daha kötüsü, yukarıda bahsettiğim üzere, güçlü bir devlet geleneği taşımamızda avantajı olduğu kadar dezavantajları da bol olan bir dikey hiyerarşik yapı içinde olmamız, böylesi bir çarpıklığın bir yanardağdan püsküren lav gibi yükseklerden toplumun tabanına kadar inerek sirayet etmesiyle neticeleniyor. Bu fasit daire böylece karşılıklı olarak birbirini besleyip duruyor habire. Hiç kimsenin de durup, “Ne oluyoruz böyle?” diye sorgulayıp bu döngüyü kırmaya niyeti yok. “Alan memnun, satan memnun” mantığında yitip gidiyor güzelim günler bilenlerin derin yeisleri içinde…
Bugün kamu, özel ya da tüzel herhangi bir kurumla bir vesileyle resmi olarak bağlantıya geçmeye yahut bilgi almaya kalktığınızda karşılaşacağınız kapı-duvar yüzler, lal olmuş diller ve öğrenilmiş oto-sansür mekanizmasıyla üç maymunu oynayan sözüm ona bir yığın ilgili, çalışan, memur, vesaire… Kendi milletinden, kendi vatandaşından, yaptığı işin bilgisinden ve mesleki adabından kopmuş çoğu liyakatsiz bu yığınlarla hiçbir sorun çözüme kavuşmuyor ve kavuşmayacak da. Her yerde, muhatap olmak zorunda kaldığınız her yetkili mercide inanılmaz bir aldırmazlık ve sorumsuzluk var. Ve bir şeylerin ciddi ciddi hiç yolunda gitmediğini günlük olarak “angarya” sayılabilecek meselelerinizi çözmek için bir bankaya gittiğinizde, bir telekomünikasyon firmasının müşteri hizmetlerine bağlan(ama)dığınızda, bir üniversitenin öğrenci işleri birimiyle iletişim kurmak zorunda kaldığınızda veya bir bakanlıktan, belediye yetkilisinden vb. işiniz gereği bir veri bilgisine danıştığınızda verilen yahut verilmeyen karşılıklardan bizzat tecrübe ediyorsunuz. Özellikle pandemi sonrası her alanda iyice tavsayan bu işleyiş ve yönetişim problemlerinin, idari kültürümüzdeki bu dejenerasyon ve aşınmanın artık bireysel ve toplumsal olarak çıldırtıcı boyutlara ulaştığını düşünüyorum.
Kartalkya’da yaşanan feci yangının hepimize bir kez daha işaret ettiği vehamet ve gamdan kül duman olmuş halimiz bu yazdıklarımın mahiyetinden alakasız değil. Tüm kurum ve tüzel kişiler yaşananlardan ders çıkarıp bir an önce kendilerine bir çeki düzen verse iyi olacak! Bunaltı ve üzüntüyle şimdilik diyeceklerim bu(raya) kadar.