Hepimizin kendine ait bir “konfor alanı” vardır. Günlük hayatımızda farkında bile olmadan bu alanın içinde yaşar, kararlarımızı burada alır, insanlarla ilişkilerimizi bu sınırlar içinde yürütürüz. Konfor alanı, bizi güvende hissettiren, başımıza kötü bir şey gelmeyeceğini düşündüğümüz, tanıdık alışkanlıklarımızla çevrili olan o içsel bölgedir. Belirsizliklerin, risklerin ve başarısızlık ihtimalinin dışında kalmak insana geçici bir huzur verir. Bu yüzden çoğu zaman oradan çıkmak istemeyiz. Ancak hayat, sadece huzurla değil, gelişmeyle de ilgilidir. Ve gelişme, genellikle konfor alanının dışında gerçekleşir.
Konfor alanı içindeyken kendimizi neşeli, dengeli ve kontrollü hissedebiliriz. Çünkü bu alan, bizi zorlamaz. Zihinsel ve duygusal anlamda tanıdık olanla baş etmek kolaydır. Ne yapacağımızı, ne düşüneceğimizi, hatta bazen ne hissedeceğimizi bile önceden biliriz. Ama hayatın akışı çoğu zaman bizim planladığımız gibi gitmez. Yeni bir işe başlamak, yeni insanlarla tanışmak, alışık olmadığımız bir sorumluluğun altına girmek ya da bir belirsizlikle yüzleşmek… İşte bunlar konfor alanının sınırlarını zorlayan deneyimlerdir. Ve tam da bu noktada içimizdeki huzur yerini tedirginliğe, güven duygusu yerini kaygıya bırakabilir.
Birçok kişi, bu rahatsız edici duyguları yaşadığında geri çekilme eğilimindedir. Zihnimiz, bizi korumak için alarm verir. Çünkü beyin, temel olarak hayatta kalmaya programlanmıştır; yeni olan her şeyse potansiyel bir tehdit gibi algılanabilir. Hatta bazen kendimiz için iyi olan bir şey bile örneğin bir başarı ihtimali, yeni bir ilişki ya da bir özgürlük kapısı sırf tanıdık gelmediği için bizi korkutabilir. Bu, çok insani bir tepkidir. Çünkü bilinmezlik, kontrolün bizde olmadığını hissettiren en güçlü duygulardan biridir. Ve insan, kontrolü kaybetmekten çok korkar.
Ancak gelişim, rahatsızlıkla birlikte gelir. Sınırlarımızı genişletmek, iç dünyamızı büyütmek ve yeni beceriler kazanmak istiyorsak, konfor alanımızın dışına adım atmak zorundayız. Bu, cesaret gerektirir. Çünkü her adım, beraberinde hata yapma, reddedilme, başarısız olma ihtimalini taşır. Ama unutulmamalı ki, başarının, özgüvenin ve gerçek mutluluğun kaynaklarından biri de bu riskleri göze alabilmektir.
Bir psikolog olarak, danışanlarımla yaptığım çalışmalarda en sık karşılaştığım durumlardan biri şudur: İnsanlar yaşamlarında sıkışmış hisseder ama bu sıkışıklığı değiştirecek gücü kendilerinde bulamazlar. Değişim fikri heyecan vericidir ama aynı zamanda korkutucudur. İşte tam da bu yüzden, değişimi küçük adımlarla başlatmak önemlidir. Konfor alanından çıkmak, bir anda her şeyi altüst etmek demek değildir. Bu, bazen sadece farklı bir yoldan işe gitmek, bazen yeni biriyle kısa bir sohbet başlatmak, bazen de uzun süredir ertelediğimiz bir adımı atmak kadar basit olabilir.
Konfor alanı kötü bir yer değildir. Bizi dinlendiren, toparlayan, iyileştiren bir yuvadır. Ancak sürekli orada kalmak, zamanla ruhsal bir durağanlığa yol açabilir. Tıpkı hareketsiz kalan bir bedenin zayıflaması gibi, hareketsiz kalan bir ruh da zamanla esnekliğini kaybeder. Bu yüzden hayatta gerçekten büyümek ve derinleşmek istiyorsak, konfor alanımızı zaman zaman terk etmeye gönüllü olmalıyız. Çünkü hayat, çoğu zaman rahatsız edici ama öğretici alanlarda şekillenir. Ve insan, çoğu zaman en çok korktuğu yerde kendini tanır.
