Aile yapısındaki zayıflama, bağlanma ihtiyacını karşılayamayan çocukların televizyon, oyuncak veya ilerleyen yaşlarda madde gibi farklı şeylere bağlanmasına neden olduğunu belirten Prof. Dr. Tarhan, çocukların güvenli bağlanma geliştirmesinin, otizm gibi sorunların önlenmesinde hayati öneme sahip olduğunu vurguladı.
“OTİZM İÇİN GENELLİKLE GENETİK EĞİLİMLER OLUYOR”Otizmin, çok etkenli ve çoklu genetik bir hastalık olduğunu dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Yani tek bir genle bağlantılı olmamakla birlikte genetik bir boyutu vardır. Hastalığın çevresel etkenleri de önemlidir. Problemli davranışlar ortaya çıkmadan önce anne ve diğer aile üyelerinin davranışları araştırılıyor. Bu araştırmaların çoğunda annelerde yüksek kaygı düzeyleri, öfkeli ruh halleri, sosyal destek eksikliği ve yetersiz başa çıkma becerileri görülüyor. Ayrıca ailede depresif durumlar bulunabiliyor. Bu durumlar çocuklardaki problemli davranışları artırabiliyor. Otizm için genellikle genetik eğilimler oluyor.” dedi.
Otizmin genetik boyutunun iki şekilde kendini gösterebildiğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Birincisi, ‘nedensel gen’ olarak adlandırılan bir genetik yapı söz konusu olabilir. Bu durumda, ne yapılırsa yapılsın, bu gen nedeniyle hastalık ortaya çıkar. Yani, ebeveyn tutumları ne kadar sağlıklı olursa olsun, çocukta otizm belirtileri görülmeye başlar. Bu, tamamen nedensel genetik bir durumdur ve hastalığın doğrudan nedeni olan bir gen bulunur. İkincisi ise ‘yatkınlık geni’ olan bireylerdir. Bu bireylerde, gerekli çevresel koşullar oluşmadığı sürece otizm belirtileri ortaya çıkmaz. Ancak yatkınlık geni taşıyan bireylerde, beyin stres altında hatalı protein üretmeye başlar. Eğer bu yatkınlık geni yoksa, normal şartlarda böyle bir hatalı protein üretimi gerçekleşmez. Bu nedenle, yatkınlık geni olan bireylerde otizm belirtileri çevresel faktörlerle tetiklenirken, nedensel genetik yapıdaki bireylerde belirtiler kaçınılmaz şekilde ortaya çıkar.” diye konuştu.
“OTİZM BELİRTİLERİ GECİKMİŞ KONUŞMA İLE FARK EDİLİR”Prof. Dr. Nevzat Tarhan, genellikle klasik otizmin, ilk erken çocukluk dönemlerinde ortaya çıktığını ifade ederek, “Bazen çocuk konuşmaya başlar, ancak birdenbire kapanır. Bu durum da otizmin bir belirtisi olabilir. Ancak genellikle otizm belirtileri gecikmiş konuşma ile fark edilir. Çocukta konuşmada gecikme varsa, bu durum otizmden şüphelenilmesine yol açar. Ayrıca bu çocuklarda tekrarlayan davranışlar görülür. Yeni durumlara veya değişikliklere karşı direnç gösterebilirler. Bu durum, ‘rutine bağlılık’ olarak adlandırılır. Mesela akşamları hep aynı yerde oturmak isteme, okula giderken hep aynı yoldan gitmek isteme, sınıfta hep aynı sıraya oturma, oyuncakları hep aynı şekilde düzenleme gibi davranışlar sergileyebilirler. Bunun yanı sıra, bir oyuncak arabanın tekerini defalarca döndürmek, döner sandalyeyi sürekli çevirmek veya çamaşır makinesi gibi dönen şeylere yoğun ilgi göstermek gibi davranışlar da sıkça gözlemlenir. Ayrıca parlak nesnelere ilgi duyabilir, cam veya metal gibi parlak şeyleri toplamayı sevebilirler.” şeklinde konuştu.
Bu belirtiler başlangıçta hafif şekilde gözlemlense de zamanla artış gösterebileceğini de anlatan Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“Göz teması kurmamak bu çocukların en belirgin özelliklerinden biridir. Duygusal bir bağ kurmakta zorlanırlar. Otistik bir çocuğu kucağınıza aldığınızda, anne ile çocuk arasında olması gereken sıcaklık hissedilmez; bu çocuklar soğuk ve mesafeli bir duruş sergiler. Sosyal beynin, sosyal ve duygusal alanları yeterince gelişmediği için bu çocuklarda duygusal aktarım zayıftır. Beynin matematiksel veya görsel alanları iyi gelişmiş olabilir. Hatta bu durum Asperger sendromunda olduğu gibi kendini gösterebilir. Mesela bir çocuk olağanüstü bir hesaplama yapabilir veya şahane bir resim çizebilir; ancak birisiyle sohbet etmekte veya bir düğmeyi iliklemekte zorlanabilir. Ayrıca, herkesin güldüğü bir espriye gülemeyebilir veya sosyal etkileşimlerde zorlanabilir. Bu durum, akranlarından geri kalmalarına neden olur. Otistik çocuklarda dil becerilerinde, ince ve kaba motor becerilerinde de sorunlar yaşanabilir. Özellikle dil gelişimi, otizm belirtilerini anlamada kritik bir rol oynar. Normalde bir çocuğun 1,5 yaş civarında hecelemesi ve 2 yaşında iki heceli cümleler kurmaya başlaması beklenir. Eğer bir çocuk 3-4 yaşına kadar cümle kurmamışsa, bu durum daha ciddi bir sorun haline gelebilir.”
“2000’Lİ YILLARDAN İTİBAREN OTİZM VAKALARI ARTTI”Otizmin başlangıç belirtilerinin çeşitli testlerle ölçülebildiğini de ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Bir çocuğun 2 yaş civarında küpleri düzgün bir şekilde dizmesi, iki heceli cümleler kurabilmesi gibi beceriler değerlendirilir. Ancak dijitalleşmenin etkisiyle otizmde ciddi bir artış gözleniyor. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren otizm vakaları, önceki 10 yıla kıyasla üç katına çıkmıştır ve her 10 yılda bir üç kat artış göstermektedir. 2023’te Amerika’da resmî açıklama yapıldı. ‘36 çocuktan biri otizm olmaya başladı’ diyor.” dedi.
“0-3 YAŞ ARASINDAKİ ÇOCUKLARDA BU DURUM ÇOK KRİTİK BİR ETKİYE SAHİP”Prof. Dr. Nevzat Tarhan, asıl meselenin ekran maruziyeti olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Özellikle 0-3 yaş arasındaki çocuklarda bu durum çok kritik bir etkiye sahip. Normalde bu yaş grubundaki çocuklar, konuşma ve iletişim kurma ihtiyacı hissederler. Ancak bir çocuğun eline ekran verdiğinizde, bu ihtiyaç öngörülemez ve kolay erişilebilir bir ortamda karşılanmış olur. Ekranlar renkli, hareketli ve çekici bir dünya sunar. Çocuk, bu dikkat çekici ortamda yalnızca izleyici rolüne bürünür, sözcük üretme ihtiyacı hissetmez. Oysa çocuk, annesiyle veya arkadaşlarıyla iletişim kurduğunda konuşmak, sözcük üretmek zorunda kalır. Bu sayede, beyindeki sözcük üreten, sözcüklere anlam ve duygu katan, ifade eden alanlar aktif hale gelir. Ancak ekran karşısında sadece dinleyici konumunda olduğu için, beyinde yalnızca dinleme ile ilgili alanlar çalışır. Diğer alanlar aktif olmadığı için bu bölümler arasındaki bağlantılar gelişmez. Beyindeki bu kritik bağlantılar 4 yaşına kadar oluşmazsa, sonrasında bu gelişimi sağlamak oldukça zahmetli ve uzun süreli bir süreç haline gelir. Dil ve konuşma terapileriyle bu eksiklikleri telafi etmeye çalışmak gerekir. Bu nedenle 0-3 yaş dönemi, beyinsel gelişim açısından son derece kritik bir dönemdir.” diye konuştu.
İSVEÇ, EKRAN KONUSUNDA ÖRNEK MODELİsveç hükümetinin kısa süre önce bir açıklama yaparak, 0-2 yaş arasında çocukların ellerine kesinlikle ekran verilmemesi gerektiğini, 2-5 yaş arasında ekran süresinin günde 1 saatle sınırlandırılması, 5 yaşından sonra, özellikle okul çağında, ekran süresinin 3 saati geçmemesi ve ergenliğe kadar bu süreye dikkat edilmesi gerektiğinin vurgulandığını anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Bu kısıtlamaların ne kadar önemli olduğunu tedavi süreçlerinden de anlıyoruz. Otizm tanısıyla getirilen çocuklarda ekran maruziyeti azaltıldığında, otizm belirtilerinin hızla gerilediği gözlemleniyor. Bu, ekran kullanımının otizm belirtilerini artırdığına dair önemli bir bulgu. Ayrıca, çocuklar ekranlardan uzaklaştırıldıklarında, hızlı bir şekilde gelişim göstermeye başlıyorlar. Bu gözlemler, ekran maruziyeti ile gelişimsel sorunlar arasındaki nedensellik bağını net bir şekilde ortaya koyuyor. İnsan beyni, doğumdan sonra gelişmeye devam eden bir organ.” şeklinde konuştu.
“TEK İLGİ ALANI BİLGİSAYAR VE DİJİTAL ONLAR DA OTİSTİK GİBİ OLUYOR”İnsan yavrusunun nöropsikolojik olarak prematüre doğduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Çocuklar yaklaşık bir yaşında yürür ve ancak 14-15 yaşlarına geldiğinde tam olgunluğa ulaşır. İnsan beyni, sosyal bir ortamda öğrenmeye programlanmıştır ve bu nedenle erken dönemde sağlıklı iletişim, konuşma ve sosyal etkileşim için uygun bir çevreye ihtiyaç duyar.” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, öğrenilmiş çaresizlik, öğrenilmiş iyimserlik gibi öğrenilmiş otizmin de var olduğunu kaydederek, “Erken fark edilirse tedavisi olabiliyor. Ama ileri yaşta da eğer devamlı ekran maruziyeti varsa, aşırı bilgisayar ekranı maruziyeti varsa, ayrıca dijital bağımlılık olmuş kişilerde de otizm ölçekleri yaptığımız zaman otistik gibi çıkıyorlar. Ergenlerde çok oluyor. Tek ilgi alanı bilgisayar ve dijital onlar da otistik gibi oluyor. Sosyal olarak başarısız oluyorlar. Hacker oluyorlar hatta müthiş iş yapıyorlar ama oturup da bir arkadaşlarla sohbet, muhabbet edemiyorlar. Yani böyle garip aykırı davranışları oluyor. Herkesi ters düşen davranışlar oluyor. Komik duruyorlar. Bu sefer yalnız kalmaya başlıyorlar. Evlenemiyorlar veya evliliği yürütemiyorlar.” şeklinde konuştu.
“KÜÇÜK YAŞLARDAN İTİBAREN TEDAVİLER UYGULANIR”Çocukların gelişim dönemlerinde, özellikle 0-3 yaş arasında, beyinde adeta bir “booming” yaşandığını ve bu süreçte, ilkbaharda çiçeklerin hızla açmasına benzer; sinapsların (beyindeki yollar) büyük bir hızla geliştiğini anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Bu dönemde beyin, ince motor, kaba motor beceriler, dil, sosyal ve duygusal beceriler gibi pek çok yetiyi öğrenir ve geliştirir. Beyin gelişiminin yüzde 50’den fazlası bu dönemde gerçekleşir. Ergenlik döneminde de benzer bir şekilde sinaptik patlamalar yaşanır. Bu, ergenlikte görülen dengesiz davranışların biyolojik temelidir. Bu dönemde çevrenin tutumları, bireyin kimliğini arayıp bulmasında önemli bir rol oynar. Otizm spektrumundaki bireylerde ise beynin sadece belirli alanlarının aktif olduğu görülür. Kullanılmayan alanları aktive etmek için küçük yaşlardan itibaren tedaviler uygulanır. Duygu bütünleme terapileri (emo-sensory integration therapy) bu yöntemlerden biridir. Beyinde hangi alanların kullanılmadığı belirlenir ve bu alanları aktive etmek için özel egzersizler yapılır.” ifadesinde bulundu.
“ÇOCUKLARIN GÜVENLİ BAĞLANMA GELİŞTİRMESİ ÇOK ÖNEMLİ”Ancak her şeyi sosyal medyaya veya dijital medyaya yüklemenin de doğru olmadığını ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Aile yapısındaki zayıflama, bağlanma ihtiyacını karşılayamayan çocukların televizyon, oyuncak veya ilerleyen yaşlarda madde gibi farklı şeylere bağlanmasına neden olur. Çocukların güvenli bağlanma geliştirmesi, otizm gibi sorunların önlenmesinde hayati öneme sahiptir. Güvenli bağlanma, küçük yaşlardan itibaren öğretilmelidir. Ancak günümüzün modern yaşamı, bu bağlanmayı bozarak kaygılı bağlanma veya kaçınmacı bağlanma gibi sorunlara yol açmaktadır. Bu bağlanma sorunları, çocukların kaygılı ve hasta olmasına zemin hazırlamaktadır. Bağlanmayı öğretebilmek, ebeveynliğin en önemli unsurlarından biridir. Bağlanma sürecinde önemli bir rol oynayan oksitosin hormonu, sağlıklı bağlanmayı destekler. Ancak otizm spektrumundaki çocuklarda bu hormonun yeterince salgılanmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla, güvenli bağlanmayı destekleyen bir aile ortamı ve bilinçli ebeveynlik, otizm riskini azaltmak ve sağlıklı bir gelişim sağlamak için kritik bir role sahiptir.” şeklinde sözlerini tamamladı.