On altı yaşımda iken akrabalarımızdan henüz iki yıllık evli bir çiftin geçimsizlikleri ayyuka çıkmıştı ve tüm sülalemiz onları barıştırmak için bir araya gelmişti. Bana göre değil birbirleriyle, hayatları boyunca hiç kimseyle evlenmemeleri gereken bu iki tuhaf kişiliği bir ömür boyu birlikteliğe ikna etmek hiç kolay bir iş olmayacaktı. Akraba topluluğumuzun değişik evlerinde günlerce süren bu akşam toplanmalarında geçimsizliğin nedenleri onlarca insan tarafından masaya yatırılarak tartışılıyor ve çözümlerini bulmak için yine bu kadar çok insan çaba gösteriyordu, o dönemde aile büyüklerinin çektiği eziyeti hâlâ hatırlarım, sadece seyirci bir çocuk olmama rağmen ben de çok bunalmıştım. Ama asıl unutamadığım şey; kocasının ne kadar kötü bir insan olduğuna dair çok kuvvetli bir delil sunduğundan emin olan histerik bir sesin;
İki yılda bana tek bir pırlanta mı aldın? diye bağırmasıydı. Yani karşı koltukta oturan ve dünyanın en evlenilmeyesi adamı olan akrabamız, herkesin içinde bağırıp duran bu edepsiz cadaloza, parası olan herkesin gidip satın alabileceği bir pırlanta getirirse, bir anda çekilebilir bir koca mı olacaktı? Nitekim öyle de oldu. Adam yine kendisi akıl edememiştir eminim ama muhtemelen akrabalardan birisi veya birkaçı “Oğlum sen de karına pırlanta bir şey al, bak, kadın meğer özeniyormuş” demiş ve hatta bu çiftten bir an önce kurtulmak için yüzüğün parasını bile kendi aralarında toplayıp cebine koymuş olmalılar ki kadın barışmalarından sonra katıldığı rutin akraba toplantılarında pırlanta yüzüğünü poz yaparak herkese göstermeye başladı ve yıllar içinde onca sevgi dolu evlilik birer birer sonlanırken bu tuhaf ilişki devam etti. Aradan geçen upuzun yıllara rağmen halen evliler, torunları bile oldu, geleneksel aile kavramının içinde, ona uyumlanarak sevgisiz ve saygısız bir evliliği sürdürebildiler. O ilk ciddi kavgaları sırasındaki çocuk halimle, eğer başıma gelirse iletişimin olmadığı bir evliliği ne olursa olsun sürdürmeyeceğime dair kendime söz vermiştim, buna ilave olarak bu iki berbat insan bende pırlantaya karşı da bir direnç oluşturdular. Pırlantayı bir türlü sevemiyorum, o çiftin kavgasından sonra bende hep aslında olmayan duyguları varmış gibi göstermek amacıyla kullanılan sahte ve yalancı bir obje hissiyatı uyandırıyor. Etrafımda nişanlısının aldığı pırlantayı başkalarının gözüne sokan insanlar çoğaldıkça benim de bu suçsuz taşa olan direncim çoğaldı. Yakın bir arkadaşım erkek çocuk doğurduğunda kayınvalidesi;
Oğlan doğurana pırlanta takılır, diye kasılarak en kalabalık anını seçtiği hastane odasında cümle aleme göstere göstere kıza beştaş yüzük takınca benim pırlantaya olan sevgisizliğim ve arkadaşımın da kayınvalidesine nefreti iyice arttı. Birkaç yıl önce iş yerinde bir yazılımcı çocukla çalışırdık. Dolambaçsız bir beyine sahip, sakin ve iyi kalpli bir insandı. Görebildiğim kadarıyla pintilikten başka bir kusuru yoktu. Birlikte olduğu ve çok sevdiği kız artık evlenmeleri gerektiğini söyleyince kabul etmişti. Kız nişan sırasında kendisine bir pırlanta yüzük takmak zorunda olduğunu söyleyince bunu da kabul etmişti. Ama kendi başına satın aldığı taş o kadar küçüktü ki yüzük kafasına atılmış ve gidip doğru dürüst bir pırlanta alması istenmişti. Üzülmüş ve hayli bozulmuş olan çocuk öğle tatilinde elinde reddedilen yüzük ile odama geldi ve taşın hiç de küçük olmadığı konusunda destek istedi. Taş hakikaten mini minnacıktı.
Ama oğlum, burada neredeyse hiç taş yok, bakılınca sadece metal görünüyor.Oğlan bana üzüntüyle baktı ve sevgilisine bir türlü söyleyemediği şeyi bana söyledi:
Ne yani! Büyük bir taş alınınca daha iyi bir koca mı olunuyor? Nasıl bir algoritmaymış bu?Sırtını döndü ve odadan çıktı. Analitik beyni koltuğun veya buzdolabının iyisinin alınması gerektiğini anlayabiliyordu çünkü bunlar kullanılıyordu. Nişanlısına altın alınıp takılması da mantıklıydı zira düğünden sonra bunlar bilgisayarı yenilemek için bozdurulabilirdi, ama hiç bozdurulmaması gereken pırlantanın neden büyüğünü alması gerektiğini bir türlü aklı almıyordu. Odadan çıkışını seyrederken aslında ne kadar haklı olduğunu düşündüm. Ama bu, en büyüğü bile aslında avcumuzda taşıyabileceğimiz kadar küçücük bir şey olan taş; kendisiyle uğraşılamayacak kadar kudretliydi. Oğlan daha büyük taşlı bir pırlanta yüzük aldı ve nişanlısı sakinleşti.
Sonra biz evleneceğimiz zaman eşim herhalde bana da herkes gibi pırlanta bir şey alınması gerektiğini düşünmüş olmalı ki, gidip istediğim pırlanta yüzüğü almam için bana para verdi. Kendisi bu alım sürecine eşlik etmedi. Zira eşim, önemli bir eşya alırken tek başına düşünülmesi, detaylı pazar araştırması yapılması, rakip ürünlerin incelenmesi ve seçilen ürünün etrafında yedi kere dönülmesi gibi prosesleri tamamlamadan bir şey alamayan bendenizin bu huyunu iyi öğrenmiş, dolayısıyla tüm bunların dışında kalmaya karar vermişti. Açık söylemek gerekirse bu durum benim de çok işime gelmişti. Pırlanta yüzükleri uzun uzun inceledim, aynı fiyat aralığındaki benzer ürünlerin farklarını karşılaştırdım, notlar tuttum ve kısa listeyi oluşturdum. En sonunda belirlediğim yüzüğü onuncu defa, ama bu defa kesinlikle satın almak üzere parmağıma takıp baktığımda uzun yıllar öncesindeki o sahtelik duygusunu bütünüyle yeniden hissettim. Ben bu yüzüğe neden bu kadar çok para veriyordum? Onu güzel bile bulmuyordum. Bence iyi işlenmiş bir gümüş yüzük çok daha estetikti. Ayrıca maksat yatırım yapmak ise daha akıllıca seçimler vardı. Tedirgin bir sesle satıcıya sordum:
Sahte pırlantayı gerçeğinden nasıl ayırt ediyorsunuz? Yani büyüteç kullanmadan belli olabiliyor mu? Cevap günlerden beri süregelen araştırmalarımın sonunda zaten öğrendiğim teknik bilgi şeklinde geldi;Hanımefendi, hakiki taşlar bile çeşit çeşittir. Mesela şu taş falanca taşı; benzer büyüklükte şu taş ise filanca taşı, fiyatları farklı, çünkü bakın falanca taş diğerinden nasıl daha fazla parlıyor. Sahtesi ise gördüğünüz gibi hiç parlamıyor.Öyle mi gerçekten? Gösterilen üç yüzük arasında ben hiçbir fark göremiyorum. Tabii ben anlayamıyor da olabilirim, zaten göz hafızam çok zayıftır.Yüzüğü almadan dükkândan çıktım, eşime parasını geri verdim. Bence bir kadın sadece beğeniyorsa pırlanta almalı ve takmalıdır. Benim gümüş sevdiğim gibi bir başkası da pırlantayı güzel buluyor olabilir. Bir taş yüzük asla erkeğimizi daha iyi bir sevgili yapmaz, pırlanta taktığımız için biz de daha değerli bir kadın olmayız. Ben sadece çok iyi işlenmiş gümüşler takan kadınlar gördüğümde kıskanıyorum.
NOT : Bu yazı “KOPUK VE KADINCA” isimli kitabımdan alıntıdır. Hayatımızdaki gerçek pırlantaların sağlık, sıhhat, neşe, beraberlik ve birliktelik olduğunu bu günlerde tekrar hatırladık.