Uluslararası Kadın Kulübü – ı

Çok genç yaşta yurtdışına gidip farklı kültürlerden bir dolu değişik insan tanımış olmam hayatımın en büyük şanslarından birisidir. İlk bakışta çok farklılarmış gibi görünen bu insanların üzüntülerinin, kaygılarının veya sevinçlerinin aslında ülkemde alıştığım insanlarınkinden pek te farklı olmadığını görerek hepimizin aynı olduğunu öğrendim. Üyesi olduğum ve birçok ülkede şubesi olan “Uluslararası Kadın Kulübü”; değişik ülkelerden o ülkeye gelmiş yüzlerce yabancı kadının orada yapılabilecek şeyleri hep birlikte yapmalarını organize ederek canlarının sıkılmasını engellemeye çalışan bir kuruluştur. Ben bu kulübe üye olduğumda yirmi dört yaşındaydım. Kadınların büyük bir kısmı otuz beş ile elli yaş aralığında idiler. O zamanlar otuz beş yaşındaki kadınlar bana anlayamayacağım kadar uzak ve yaşlı geliyorlardı. Bu kadın kulübünü ilk başta “Boş oturmaktan canı sıkılmış ve saçma organizasyonların peşinde vaktini de kişiliğini de harcayan kadınlar topluluğu” olarak görsem de onca değişik kültürden gelmiş bu kadınların yaşamlarını, evlerini, çocuklarıyla ve kocalarıyla olan ilişkilerini tanımak istiyordum. Kulüp içinde yaşımın ve hayat yolundaki tecrübemin ufaklığına rağmen iyi briç oynuyor olmam, ayrıca sırıtık bir kişilik taşımam nedeniyle çoğu kadınla yakın ilişkiler kurabilmiştim. Önyargılarımın aksine; uzun yıllarını değişik ülkelerde eşlerinin kariyer yapmasını seyrederek geçiren bu kadınların aralarında ne kadar özel ve nitelikli, ayrıca ne kadar da çok sayıda yüksek tahsil yapmış olanları vardı, sık sık hayretlere düşüyordum. Ama bol para içinde ve genellikle lüks hayatlar yaşamalarına ve gittikleri ülkelerin tüm kalburüstü imkânlarını kullanmalarına rağmen bu kadınların çoğu ne kadar mutsuzdular! Para hakikaten mutlu olmamızı sağlayan bir şey değilmiş, bunu ilk defa o yıllarda görüp çok şaşırmıştım, çünkü o yaşıma kadar bir insanın hakikaten çok fazla parası olursa mutlu olabilir sanıyordum. Hani gözleri her daim biraz buğulu dolaşan Fransız Nina’nınki gibi bir eve sahip olsam, yani küçük bir Taç Mahal’de bir ev dolusu hizmetkâr ile yaşasam herhalde dünyanın en mutlu insanı olurum sanıyordum ama Nina çok mutsuzdu. Mesela bir Alman kadın vardı; kocası küresel marka bir şirkette oldukça üst düzey bir yönetici idi, adam yurtdışı görüşmelerine hızlıca gidip gelebilmek için bir özel uçak almıştı. Kadın da işkolik kocasının hayatının bir parçası olabilmek için lisanslı uçak pilotu olmuş, kocasını ve ekibini uçakla o götürüp getiriyor. Adam karısını iş gezilerine artık hangi bahane ile götürmesin ki, uçağı kadın uçuruyor, ötesi var mı? Pazartesi sabahları briç oynadığımızda yüzünde kocasıyla bir önceki gün ettiği kavganın izlerini ve üzüntüsünü seyrederken kocasının iş ekibinden birisi olsaydım böyle duygusal bir kadının kullandığı uçağa binmezdim diye düşünürdüm yirmi dört yaşının verdiği acımasızlıkla. Zaman zaman uçağın bakımına yine bir sürü para harcadıklarını söylerdi, ben de her seferinde “Depoya benzin koysak da bizi biraz gezdirsen…” dememek için kendimi zor tutardım. Uçak uçuran ve yere inince ekmek yaparak vaktini doldurmaya çalışan bu kadının üniversitede Matematik okuduğunu öğrenince çok şaşırmıştım. Sonra otuz yaşını biraz geçmiş İsveçli bir kadın vardı. Soluk sarı değil kumral çehreli ve çok güzel bir kadındı. İki yaşında harika bir oğlu vardı. Kadın beni sevdi; ben de onu sevmiştim. Onlar da çok zengindi, onun kocası da şirketinde üst düzey yönetici idi ama o da evliliğinde çok mutsuz ve yalnızdı. Kadının kronik mutsuzluğu bende adamın sevimsiz bir tip olduğu önyargısına neden olmuştu ama tanıştığım adam esprili ve düşünceli bir kişilikti. Ortalıklarda dolaşan bir üçüncü şahıs olmamasına rağmen bu evlilik o yaşlarımda anlayamadığım bir sebepten ötürü ikili yalnızlık örneğiydi. Norveçli bir kadınla tanışmıştım. Kocası ile birbirlerine sırılsıklam âşık olarak evlenmişler, ama adam çok kısa bir süre sonra evlilik fikrinden de kadından da soğumuştu, evlilikleri sırf kocasının konformist olması nedeniyle sürüyordu, en azından kadın böyle söylüyordu. Kendi ülkelerinin yıllık ortalama sıcaklığı ile aynı dereceye sahip evlilik ortamına dayanamayıp boşanmayı teklif ettikçe, kocasından “Saçmalama, yine canın sıkılıyor olmalı, bir kursa daha gitsene!” cevabını almaktan yorulmuştu. Çekinerek acaba kocasının doğru söylüyor olabileceği ihtimalini hiç mi düşünmediğini sorduğumda; bana bu ülkeye nasıl geldiklerini anlattı. Hemen yorumumu geri aldım zira arkadaşım haklıydı. Kadın üç yıl önce bu ülkeye bir haftalığına iş gezisine giden kocasını öperek yolcu etmişti. Ama birkaç gün sonra bir sabah telefon sesiyle uyanmıştı, adam aynen şöyle diyordu:Bana burada kariyerimde önemli atılım sağlayacak bir pozisyon teklif ettiler ve kabul ettim, geri dönmüyorum. Eğer bu ülkeye gelip burada yaşayabileceksen bugün falancayı (adamın sekreteri) arayıp kararını bildir, buradaki evi o ayarlayacak, ikimize göre bir ev bulmalı. Kapatmalıyım, öpüyorum.Uzun yıllar sonra bir erkek arkadaşıma bu monoloğu anlattığımda adamın söylediklerinde bu kadar üzülecek ne olduğunu anlamamıştı, ben de bu tür erkeklerin etrafımızda ne kadar çok sayıda olduklarını bir türlü kavrayamıyor olmama şaşırmıştım. NOT : Bu yazı “KOPUK VE KADINCA” isimli kitabımdan alıntıdır.