Kamusal Alan

Kamusal alandan bahsedilince genellikle akla ilk gelen, özel alan diye adlandıracağımız hanemizin dışında, vatandaşların bir arada bulundukları ortak mekanlar gelmektedir. Kamusal alan, bilinen en yaygın tanımıyla, tüm kentlilerin erişebildiği, herkesin kullanımına sunulan ve ortak bir sosyal hayatın oluşmasına zemin hazırlayan kentsel mekanlardır. 
İlk kez siyaset bilimci Jürgen Habermas tarafından “Kamusallığın Yapısal Dönüşümü” eserinde incelenen kamusal alan kavramı, sonraları da birçok çalışmaya temel olmuştur. Jürgen Habermas’a göre kamusal alan, yurttaşların bir araya gelip, iletişime geçtiği ortak bir konuşma/tartışma alanıdır. 
 
Habermas kamusal alan kavramıyla herkesin, tüm yurttaşların erişebileceği bir alanı kastetmektedir ve fakat Habermas’ın kamusal alanı daha çok burjuva kamusunu içermektedir.
 
Hannah Arendt ise kamusal alan ve özel alandan, etik değerler çerçevesinde bahseder. Onun çalışmalarında kadın kamusu dışlanmaz, insanlık durumu ön planda tutulur. Arendt’e göre toplumun, yani hanenin veya ekonomik etkinliklerin kamu alanına çıkışlarıyla, ev idaresi ile daha önceden ailenin özel alanına dahil olan bütün meseleler, kolektif bir mesele haline gelmiştir. Modern dünyada bu iki alan birbirine karışmıştır.
 
Kamusal alanla ilgili çeşitli felsefi tasarımsal modeller vardır. Bunlar, Arendt’in tarif ettiği “agonostik” ve “birleşimsel” modeller ve Habermas’ın tarif ettiği “iltişimsel kamu alanı” modelidir (Benhabip,1995: 238-258; akt: Ünüvar, 1998: 194).
 
Arend’in açıkladığı “agonistik” modele göre; Kamusal alanı politik büyüklüğün, seçkinliğin ortaya çıktığı/sergilendiği ve başkalarıyla paylaşıldığı bir alandır. “Birleşimsel” model ise insanların bir uyum içerisinde hareket ettikleri/yaşadıkları yerlerde ortaya çıkmaktadır. Bu modelde özgürlükler rahatça kendini gösterebilir (Ünüvar, 1998:194).
 
Habermas’ın “iletişimsel kamu alan” modelinde, demokratik bir şekilde toplumsal normlardan ve politik kararlardan etkilenen bireyler, bu norm ve kararların oluşturulmasında/değiştirilmesinde ve benimsenmesinde söz sahibidir (Ünüvar, 1998: 195).
 
Her iki düşünürün kamusal alan ve özel alana dair ortaklaştıkları noktalardan biri, insanın kamusal alan ve özel alandaki faaliyetlerinin politik yönüdür.
 
Günümüzde ne yazık ki kamusal alanda kadınların varoluş mücadelesi zorlu yollardan geçmektedir. Toplumsal cinsiyet rolleri, kadını daha çok özel alana sıkıştırmış, kamusal alanda varolma mücadelesini de olabildiğince engellemiştir.