Bizim ülkemiz maalesef eğitimini aldığı mesleği yapabileceği fırsatları hiç bulamadan bambaşka işlerde ömrünü tüketmiş insanlar cennetidir.
Yaşıtım bir arkadaşım uzun yıllar evvel üniversite sınavına gireceği zaman babasına “Ben arkeolog olmak istiyorum” demiş. Çiftçi dedesinin mühendis oğlu olan babası demiş ki: “Arkeoloji bölümünü başarıyla bitirebilirsin ama sen arkeolog olamazsın. Ben iş hayatım boyunca eşek gibi çalıştım. Sen de işinde eşek gibi çalışırsan belki senin çocuğun arkeolog olabilir.” Arkadaşımız doktor olmuş ve af buyursun kendisini tanıdığımdan beri eşek gibi çalışıyor. Dilerim onun evladı gerçek bir arkeolog olur. Bizde meşhur sözdür ya; gerçek bir üniversite mezunu olabilmek için ailede önceki iki nesil de üniversite mezunu olmalıdır.
En ünlü arkeoloğumuz Halet Çambel’i 2014 yılında ve 97 yaşındayken kaybedeli 10 yıl oldu. Birkaç nesle yetecek kadar büyük arkeoloji başarılarına imza atmıştı. Kültürlerinin üzerinde oturduğumuz, her kazıda yüzlerce yazıtlarını bulduğumuz ve 1946 yılına kadar alfabelerine öylece kafamızı kaşıyarak baktığımız Hitit yazıtlarını onun sayesinde okumayı başardık. O yıl Halet Çambel Karatepe’de hem Hitit hem Fenike dilinin bir arada kullanıldığı tabletler bulduğunda Fenike dili bilindiği için Hitit alfabelerini çözebilmiş ve bu sayede bütün Hitit yazıtlarını tercüme etmiştir.
Halet Çambel Paris Sorbonne Üniversitesi’nde arkeoloji okumuştu. 1935 yılında stajyer arkeolog olarak Alacahöyük’te Almanların kazılarına katılmıştı. Ayrıca hobi olarak eskrim yapıyordu, 1936 yılında ülkemizi temsilen ilk kadın sporcumuz olarak Berlin yaz olimpiyatlarına bile katılmış ve Adolf Hitler’in görüşme davetini reddetmişti. 1938 yılında memleketimin Hattuşaş kazılarında çalışmıştı, hemşerilerim biliyor mu emin değilim ama bizim oralardaki Çambel tarlası adını bu değerli arkeoloğumuzdan almıştır. 1960 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Prehistorya Anabilim Dalı’nı kurmuş ve kürsü başkanı olmuştur.
Kimdi Halet Çambel? Yani kimlerin kızıydı ki halkımızın büyük kısmının daha Cumhuriyetin kurulduğunu bile tam anlayamadığı yıllarda arkeolog olabilmiş ve Hitit dilini bizlere tercüme edebilmişti?
Babası Atatürk’ün arkadaşlarından askeri ataşe ve Bolu milletvekili, annesi ise Osmanlı sadrazamlarından birinin kızıydı. Boğaz’daki kırmızı yalılardan Çambel yalısı onun Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışladığı eviydi. Ama böylesi zengin ve okumuşlar sülalesinden gelmesine rağmen mütevaziydi; öyle ki çocukluk arkadaşı Mina Urgan ile lisedeyken kıyafetlerine hiç önem vermedikleri için okul yöneticisinin onları fakir Rus ailelerin çocukları zannederek, birisinin sadrazam torunu, diğerinin Fecri Ati’nin ünlü şairi ve Galatasaray Kulübü kurucularından Tahsin Nahit’in kızı olduğuna ikna olmayarak “yanılıyorsunuz, onlar Rus fukaraları” demesi ailelerince yıllarca aile içinde eğlence konusu olmuştur.
Aynı dönemin diğer büyük arkeoloğu 1914 doğumlu Jale İnan, Side ve Perge antik kazılarını gerçekleştirmişti. Apollon Tapınağının kazısını ve onarımını yapmıştı. Onun babası Türkiye’nin ilk arkeologlarından Aziz Ogan; İzmir Arkeoloji Müzesini kurmuş ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin müdürlüğünü yapmıştır. Kendi mesleğini öğrettiği kızı Jale babası sayesinde Almanya’da arkeoloji okudu ve toprağımızın altındaki antik hazineleri gün yüzüne çıkartmıştı.
Babamız Aziz Ogan veya Hasan Cemil Çambel değilse arkeolog olamaz mıyız? Bireysel çabayı ve çalışmayı bu kadar yok sayan bir sistemimiz mi var? Aradan hele ki 100 yıl geçmişken hiç mi bir şeyi değiştiremedik ve okumuş ailelerin çocuğu dışında fakir fukaranın zeki ve çalışkan çocuğundan bir arkeoloji müzesi kurucusu yetiştiremez miyiz?
Bu soruların keskin bir cevabı yoktur hayatın o hiçbir şeye benzemeyen kendi özel dilinde. Ama cahilliği iki nesil önce üzerinden atmış bir ailenin, bir çocuğun hayatındaki katkısının paha biçilmez olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Kültürlü anne baba çocuğuna görmeyi ve duymayı öğretir her şeyden önce.