Bir öykünün aktarılma yollarına anlatım denir. Bir anlatının uzun zaman diliminde izleyiciye aktarılmak istenen olayları, güzel bir kurguyla, daha kısa bir süreçte gösterebilme yeteneğinden dolayı oldukça kıymetlidir.
Anlatı nasıl ki hayatımızın her anınını ifade etmek için başvurduğumuz bir yöntemse, yaşam hikayelerinin, hayal dünyamızda kurguladıklarımızın, tıpkı bir kitapta, romanda olduğu gibi, beyaz perdeye aktarılması için de başvurulan bir yöntemdir. Erol Mutlu Bilim Sanat Yayınları’nın İletişim Sözlüğü’nde, anlatıları şu şekilde tanımlamaktadır:
“Mantıksal olarak birbiriyle bağlantılı, zaman içinde gerçekleşen ve tutarlı bir konuyla bir bütün haline bağlanan iki ya da daha fazla olayın (veya durum ve bir olayın) nakledilmesidir.”
Mehmet Rıfat ise Kaf Yayınlarından çıkan Gösterge Eleştirisi kitabında, anlatı için şöyle der:
“Anlatılar anlam yaratma özelliğine sahiptirler. İçerdikleri neden sonuç ilişkisine sahip öyküsel olay dizeleri bizlere deneyim ve bilgilerimizi değerlendirmek ve düzenlemek konusunda katkıda bulunurlar. Anlamlı bir dünya, anlamlı bir yaşam demektir ve bu anlam, insanoğlunun en temel ihtiyacına karşılık gelir.”
Sinemada anlatıcı olan kişiler, bizlere aktarmak ve üzerine düşündürmek istediği konuları, belli bir bakış açısıyla aktarırlar. Bu bakış açısını da, kurmaca ile, yani, gerçeklikten uzak bir şekilde veya aktarılmak istenenin olduğu gibi yansıtıldığı, kurmaca olmayan anlatılar şeklinde sunarlar izleyiciye.
Bahar Dervişcemaloğlu, Anlatıbilime Giriş kitabında, kurmaca anlatıları, genel bir ifade ile, gerçek dünyanın kurgusal bir temsilini sunan kurmaca dünyalar olarak görebileceğimizi ifade ediyor.
Bahar Dervişoğlu’nun ifadesinden hareketle, gerçek dünyadaki kadınlara yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri ve bu rollerin beyaz perdede bizlere aktarılış biçimlerini, önümüzdeki haftalarda birkaç film üzerinden inceleyeceğiz beraberce.
Sevgiyle…
