Geçen haftalarda ABD’de Helene Kasırgası yaşandı. Yüzyıllar boyunca edindiği tüm gücü kullandı sanki. Florida eyaletinin kuzeybatı kıyılarını yaklaşık 225 kilometre hızla vurduğunu açıklamıştı. Kasırga kısa sürede ABD’nin Georgia, South Carolina, North Carolina ve Tennessee bölgelerinde etkili oldu. Dün sabah bu yazıyı yazmama neden olan bir görüntüyü gördüm. Aslına bakarsanız birçok belgesel ve film izlemişliğim de vardı ama bu yazıyı yazmak bugüne düştü.
Fırtınanın, kasırganın bizim tam ortasında, çoğu insan evlerinde saklanırken veya sığınak ararken, sayıları az da olsa fakat ısrarcı bir grup insan kaosun içine doğru koşuyor. İki gruba ayırabiliriz aslında araştırmacılar ve fırtına gazetecileri. Gazeteciler çelik gibi sinirleri ve kameraları ile doğanın en korkunç anlarının ön saflarında yer alır ve hem bilgilendiren hem de hayranlık uyandıran görüntüler yakalamak için uğraşırlar. Tanımlama yerinde olacak sanırım; vücut adrenalin yakar resmen. Yakmak ne kelime içer içer belki de.
Ancak fırtına fotoğrafçılığı, sadece kasvetli bulutların veya su basmış sokakların dramatik fotoğraflarını çekmekten ibaret değildir. Bu, doğanın en yıkıcı güçleriyle karşı karşıya kalan insanın hayatta kalma hikâyesini anlatmakla ilgilidir.
Hayal edin, ıssız bir otoyolda duruyorsunuz, gökyüzü tehditkâr bir renge bürünmüş, boğanın saldırıya geçmeden önce rakibini korkutmak için ayaklarını yere sürüdüğü gibi korku salıyor yüreğinize. Hava elektrikli, sanki öfkesini salmadan önce derin bir nefes alıyormuş gibi. Fırtına fotoğrafçıları için işte bu bekledikleri andır doğanın ham, dizginlenmemiş gücünü göstermeye başladığı an.
Birçoğu için bu, hava olaylarına olan bir hayranlıkla başlar. Pencereleri sarsan gök gürültüsü ya da bir kasırganın kıyıya doğru ilerleyişini izlediğiniz haber anıları gibi. Fırtınaların peşine düşme tutkusu, bir meraktan bir kariyere dönüşürken, hava olaylarını gözlemleme ve belgeleme isteği bir ömür boyu süren bir çağrıya dönüşür. Gökyüzünü okumak, işaretleri takip etmek ve fırtına kendini gösterdiğinde orada olmakla ilgilidir. Ancak bu sadece heyecan verici bir macera değildir. Bu, fırtınanın şiddetini yakalamak için yeterince yaklaşma ile hayatta kalacak kadar güvenli kalma arasında hassas bir dengedir.
Gökyüzünde bir yıldırım çakar, kalp ritmin hızlanır ve rüzgârlar ulumaya başlar adrenalin kendisini göstermeye başlar vücudunda. Fırtına yaklaşıyor. Çoğu insan için bu kaçma anı olurdu ama bir fırtına fotoğrafçısı için, işte bu kareyi çekme zamanıdır.
Bir kasırganın yıkıcı yolu ya da bir hortumun sonsuz yağmuru arasında bu foto muhabirleri fırtınanın ruhunu yakalamayı amaçlarlar. Gökyüzünü ikiye bölen bir yıldırım. Rüzgârın gücü altında eğilip bükülen ve sonunda kırılan bir ağaç. Bir hortum bulutunun yere dokunmadan önceki ani sessizliği.
Her çekim, teknik beceri ile anlık karar verme arasındaki bir dengedir. Kullandıkları kameralar genellikle ağır iş makinesi gibidir, sert hava koşullarına dayanabilecek şekilde su geçirmez mühürlerle donatılmıştır. Ancak ekipman ne kadar kaliteli olursa olsun, farkı yaratan fotoğrafçının yeteneğidir. Fırtınanın hareketlerini tahmin etmeleri, çekimlerini hızlıca ayarlamaları ve yağmur lenslerine vururken, rüzgâr etraflarında uluyorken bile çekim yapmaya devam etmeleri gerekir.
Riskler gerçek ve ölümcüldür. Yanlış bir hareket, gazeteciyi doğrudan fırtınanın yoluna sokabilir; sellerle, düşen enkazla veya daha kötüsüyle karşı karşıya kalabilirler. Suların duvarları ya da uçan enkazdan son anda kaçan fotoğrafçılarla ilgili sayısız hikâye olabileceğini düşünüyorum.
Ancak tüm bu tehlikeye rağmen, fırtına fotoğrafçıları geri dönmeye devam eder. Kusursuz fotoğrafın peşinde koşmak dünyayı fırtınanın kalbine götürecek olan o kareyi yakalamak onları tekrar tekrar kasırganın gözüne sürükler.
Fırtına geçer ve geride tanınmaz bir dünya bırakır. Bir zamanlar evlerin olduğu yerlerde artık molozlar vardır. Ailelerin bahçelerinde oynadığı yerlerde su yükselir, her şeyi yutmaya hazırdır.
Tam da burada, yıkımın ardından, fırtına fotoğrafçılığı daha derin bir amaca bürünür. Artık sadece fırtınayla ilgili değildir. Hayatta kalan insanlar ve bazen hayatta kalamayanlar hakkındadır.
Bir fotoğrafçı yalnızca yıkımı değil, bu anlarda insanın ham duygusunu da yakalar. Çocuğunu beline kadar gelen sularda taşıyan bir baba. Evinin enkazına bakan yaşlı bir çift. Hâlâ hayatta kalanları arayan kurtarma ekiplerinin yorgun yüzleri. Bu görüntüler, dayanıklılığın, felaket karşısında bir araya gelen toplulukların hikâyesini anlatır. Dünyaya hatırlatır ki, doğa acımasız olabilir ama insan ruhu asla kırılmaz.
Bu kadar güçlü olma, harekete geçirme ve bilgilendirme kapasitesiyle, fırtına fotoğrafçıları aynı zamanda sorumluluğun da ağırlığını taşır. Çalışmaları, kamuoyunu şekillendirebilir, hükümetin tepkisini etkileyebilir ve etkilenen bölgelere yardım ilhamı verebilir. Fırtına fotoğrafçılığının etiği, görüntüler aracılığıyla anlattıkları hikâyelerin dürüst ve şefkatli olmasını gerektirir.
İstismar her zaman endişe vericidir. Felaketin kaosu içinde başkalarının acılarına karşı duyarsızlaşmak kolaydır. Ancak gerçek fırtına fotoğrafçıları hikâyenin merkezindeki insanları asla unutmazlar. Amaçları sansasyon yaratmak değil, belgeleme yapmaktır dünyaya hem doğanın öfkesini hem de hayatta kalanların insanlığını göstermektir.
Her ne kadar bir foto muhabiri olarak neden bu işi yaptıklarının anlasam da sizin için yine de sormak isterim.
Peki neden bu işi yapıyorlar?
Bazıları için bu, adrenalinle ilgilidir; kendilerinden çok daha büyük bir şeyin kenarında durmanın heyecanıdır. Bir dağcı için Everest’in zirvesinde olup dünyayı oradan izlemek neyse, bir sörfçü için en büyük dalgayı yakalayabilmek neyse, diğerleri için bu, doğaya duyulan derin bir saygı, gökyüzüyle ve getirdiği fırtınalarla neredeyse ruhsal bir bağdır. Ancak birçokları için bu, sadece kendi anlatabilecekleri hikâyeyi anlatma arzusudur rüzgârda ve yağmurda, gök gürültüsünde ve şimşekte yazılmış bir hikâye.
Fırtına fotoğrafçılığı bir meslekten fazlasıdır. Bu, dünyamızı şekillendiren güçlü kuvvetlere tanıklık etmek ve kriz anlarında bizi tanımlayan kırılganlık ve güçlülüğü dünyaya göstermek için bir çağrıdır. Bu, yanlış zamanda doğru yerde olmak ve fırtınanın gözünde bile güzelliği bulmakla ilgilidir.