“Yaratılışa Bütüncül Yaklaşım” ana temasıyla düzenlenen kongrede katılımcı bilim insanları ‘Yaratılış Manifestosu’ yayımladı. Kamuoyuna da imzaya açılan manifestoda evrenin varoluşunun bilinçli ve tasarımsal olduğu yönünde yeterli kanıt düzeyine ulaşıldığına vurgu yapıldı.
5 ülkeden 100’ün üzerinde katılımcının olduğu, 3 gün süren kongrede 24 oturumda 84 sunum gerçekleştirildi. Kongre sonrası katılımcı bilim insanları tarafından yayımlanan ‘Yaratılış Manifestosu’nda evrenin varoluşunun bilinçli ve tasarımsal olduğu yönünde yeterli kanıt düzeyine ulaşıldığına vurgu yapıldı.
İNSANLIK TARİHİNİN EN TEMEL FELSEFİ VE BİLİMSEL SORUSU…
“Biz, İstanbul’da Üsküdar Üniversitesi’nde 24-26 Ekim 2024 tarihlerinde yapılan VIII. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi katılımcısı bilim insanları olarak, ‘Yaratılış Manifestosu’ beyan etmeyi uygun hatta zorunlu gördük. Çünkü bilimsel veriler ve matematiksel ispat yöntemleri, evrenin varoluşunu bilinçli ve tasarımsal olduğu yönünde yeterli kanıt düzeyine ulaşmıştır.” şeklinde başlayan Manifestoda, insanlık tarihinin en temel felsefi ve bilimsel sorusunun, evrenin ilk varoluşunun neden ve nasıl olduğu ve hayatın neden ve nasıl başladığı olduğuna işaret edildi.
Bu hususta bilinen tesadüfe dayalı varoluş ve bilinçli tasarıma dayalı varoluş olmak üzere 2 görüş olduğuna işaret edilen manifestoda, “Birisinin imkânsızlığı ispatlanırsa yani olmayana ergi (Reductio ad absurdum) akıl yürütme yöntemi ile ikincinin doğruluğu anlaşılır. Akıl argümanı; birinci olarak akılsız ve bilinç sahibi olmayan bir doğa akıllı ve bilinçli insanı nasıl ve neden var etti diye sorar. İkinci olarak bilimin keşfettiği doğada var olan karar verici algoritmaların kendiliğinden var olmadaki olasılık hesabını sorar. Çünkü bu algoritma mantığı yapay zekanın Fuzzy mantığıdır. İnsanın yakında anladığı bu algoritmayı akılsız bir evrimle açıklayamayız. Bu iki görüş hem bilimsel hem de felsefi açıdan farklı yorumlara sahiptir.” denildi.
Her iki görüşün karşılaştırıldığı ve akıl yürütme yöntemleri ile açıklayarak matematiksel ispat yolu ile soruya cevap aranan manifestoda, şöyle devam edildi:
“Tesadüfi Varoluş görüşü, evrenin doğal süreçler sonucu ve rastlantısal olayların birikimiyle oluştuğunu öne sürer. Big Bang teorisine göre evrenin yaşının yaklaşık 13,8 milyar yıl olduğu, Webb Teleskopunun verilerine göre ise evrenin yaklaşık 26,7 milyar yıl önce ortaya çıktığı ve fiziksel yasalar çerçevesinde genişlediği açıklandı. Big Bang’den önce zaman ve madde olmamalıydı, uzay ve zaman dışında bir gerçeklik olmalıydı. Tesadüfi varoluş görüşünün temel akıl yürütme noktaları, tek tek karşıtını ispat yöntemi ile çürütülebilmektedir. Kuantum fiziğine göre bazı olayların kuantum seviyesinde dışsal bir sebep olmaksızın gerçekleşebildiği öne sürülmektedir. Ancak İnce Ayar Argümanı; fizik yasaları ve evrensel sabitleri ile hayatın ortaya çıkmasına imkân tanıyacak şekilde ‘ince ayarlı’ olduğunu savunur. Eğer fiziksel sabitlerde çok küçük değişiklikler olsaydı, evrenin var olması veya yaşamın gelişmesi mümkün olmazdı. ‘Kaos Teoremi’ ne göre bizim için yanlış görünen şeyler mükemmelin bir parçasıdır. O halde kuantum belirsizliği evrenin mükemmelliğinin bir parçasıdır. Ancak uzay ve zaman dışında gerçekliği bilememektedir. Böyle bir mükemmellik tesadüfe yer bırakmayacak şekildedir ve matematiksel akla göre uzay ve zaman dışı bir dış irade gerektirir.”
Doğal Seçilim tezine işaret edilen Manifestoda, “Yaşamın oluşumunda canlıların çeşitlenmesi ve gelişimi, mutasyonlar ve seçilimle açıklanmaktadır. Ancak bir çocuk anne karnında zigot (Anne ve baba DNA’larının yarı yarıya ilk hücre olması) halinde iken, 8 haftada embriyoda çocuk hareket etmeye başlar. Onuncu haftada fetüs dönemine geçilir ve uzuvlar belirginleşir. Anne rahmi her hafta bir santim muntazaman yukarı doğru büyür. Kırk (40) hafta sonra doğum gerçekleşir. DNA’daki amino asitlerin hep doğru kararlar vererek büyümesi zorunlu yasadır. Bu süreçte tesadüfi mutasyon olmaması gerekir, yoksa çocuk sağlıklı olamaz. Bu nedenle ‘karşıt tersini kullanarak ispat yöntemi’ doğal seçilimin imkansızlığını ve seçilimin rastlantısal değil bilinçli olmak zorunda olduğunu gösterir.” ifadesine yer verildi.
EVRENİN BÜYÜKLÜĞÜ VE ZAMANIN UZUNLUĞU…
İlkel Şartlar ve Büyük Sayılar Tezine de atıfta bulan Manifestoda, şunlar kaydedildi:
“Evrenin büyüklüğü ve zamanın uzunluğu düşünüldüğünde, hayat gibi karmaşık yapıların rastlantısal olarak ortaya çıkma ihtimalini öne sürer. ‘Kiplik akıl yürütme yöntemi’ ile düşünüldüğünde, matematiksel ispat yöntemine göre; doğru koşulların oluşması çok düşük olasılıklı bir durumdur. 10 üzeri 50 olasılıklar imkânsız kabul edildiğinden, büyük evren düşünüldüğünde bu ihtimallerin gerçekleşmesi matematiksel akla göre imkansızdır. Evrenin büyüklüğüne ve zamanın uzunluğuna rağmen her yıl baharda üç hafta hiç mutasyon olmadan hep doğru kararlar vererek cansız DNA’dan canlı bir eserin çıkması mutlak bir bilinci zorunlu varlık olarak işaret eder.”
Evrenin, doğa yasalarının uyum içinde işlediği karmaşık bir yapıya sahip olduğunun gözlemlendiği, bu düzenin kendiliğinden mi, yoksa “Genel Sistemler Teorisi” ne göre bir tasarım sonucu mu ortaya çıkacağının tartışıldığı ifade edilen Manifestoda, “Sistem teorisine göre her şey birbiriyle ilişkili küçük parçalardan oluşur, fakat kendisi de daha büyük bir sistemin parçası olarak işlevde bulunan bir bütün olarak kabul edilir. ‘Sibernetik Yasaları’ na göre işleyen bir düzen vardır. Sibernetik canlı ve cansız tüm karmaşık sistemlerin denetlenmesi ve yönetilmesini inceleyen bilim dalıdır. Sibernetik yasaları bir dümencinin varlığını zorunlu görür. Evrenin ve yaşamın rastlantılarla değil bilinçli bir akıl tarafından tasarlandığını savunan tasarımsal var oluş görüşü matematiksel akla göre zorunlu seçenektir.” denildi.
Zihin Teorisi yetisinin olması kuramına Tesadüfi varoluş görüşünün açıklama getiremediği kaydedilen açıklamada, “İnsan diğer canlılardan farklı olarak varsayım üretme yeteneğine sahiptir. Metabilişsel nörogenetik eğilimler olan ‘anlam arayışı, yeniliği arama davranışı, zaman farkındalığı, sonsuzluk arzusu ve ölüm algısının varlığı’ sadece insana hastır. İnsan zihin tutumunu terk edip kendini doğaya bıraktığında hayvanla özdeş olur. İnsan evrenle ilgilenirken sadece evrene değil evrenin arkasındaki anlama bakma yetisine sahiptir. Zihin kuramı yetisini kullanan ve bu gerçeği gören çok kişinin de bunu pozitivist zihin tutumu ve dogmatik bilim önyargısı nedeni ile ifade edemediklerini gözlemliyoruz. Evrene zihin kuramı yetisini kullanarak baktığımızda büyük ve mutlak bir ilim, mutlak irade, mutlak güç, mutlak hikmet sahibi bir varlığın (Vacib-ül Vücud) olması zorunluluktur.” görüşü yer aldı.
İnsan bilincinin hayvandan ayrıldığı özelliğin, onda “ben bilinci” nin bulunması olduğuna işaret edilen Manifestoda, “Rastlantısal var oluş tezi bilinç konusunda susmayı tercih etmektedir. Çünkü maddeden bilinç yapmak sıfırdan var etmek gibidir. Cildimiz 20 günde tamamen değişiyor vücudumuzda altı ay sonra bütün hücreler değişmiş oluyor ancak bilgisayarın IP’si gibi olan bilincimiz hiç değişmiyor. Bilinç, rastlantısal süreçlerle açıklanması çok zor bir olgudur ve insana hastır. Tasarım argümanı, bilincin varlığını bir tasarımcının eseri olduğunu savunur. Dedüksiyon akıl yürütme yöntemi bilinçli varlıkların varlığına, yüksek bir bilinç ve bilinçli tasarımın zorunlu varlığına kanıt olarak işaret eder. Evren yüksek bir bilinç ve üstün bir gücün ki bu ancak ‘İlahi irade’dir, O’nun ürünü olması zorunlu ideadır.” ifadesine vurgu yapıldı.
‘Yaşam mücadeledir’ tezine göre hayatın tesadüfen oluştuğu ve bir mücadele olduğu, güçlü olan yaşadığı, olmayanın mücadeleyi kaybederek yok olduğu kaydedilen Manifestoda, şunlar dile getirildi:
“İlk hücreden en gelişmiş canlılara kadar baktığımızda yardımlaşma esas, mücadele istisnadır. Güçlü olan aslan ve büyük olan dinozor bütün dünyaya yayılmamıştır. Dinozorların büyük bir zırha ama küçük bir beyne sahip olmaları uyum sağlamamalarına neden olmuştur. Evrende güçlü olan değil genetik şifrelerine göre uyum sağlayan yaşamaktadır. Ancak uyum sağlamak amaçla mümkündür. Tekil olaylardan tümü anlama yöntemi olan ‘indüksiyona’ göre doğada yaşanan birlikte yaşama dengesi hayatın mücadele olduğu tezini çürütmektedir. Çünkü homeostazi (denge) yasasına göre ince bir ahenk vardır, rekabet dengeyi bozmamaktadır. Yaşam amaca göre bir uyumdur. Amacın İlahi iradeye uygun olması zorunludur.”
“DÜNYANIN VAR OLUŞ AMACININ SINAV DİYALEKTİĞİ OLMASI AKLA EN UYGUN SEÇENEKTİR”
Şer (Kötülük) Problemi ve Sınav Diyalektiği konusuna da dikkat çekilen Manifestoda, “Materyalist bilim, insanın amacını zevk prensibi ile açıklamaya çalışır. İnsan diğer canlılardan farklı olarak amaçlı davranabilen, özgür düşünen, varoluşu sorgulayan, soyut, kavramsal ve sembolik düşünebilen tek varlıktır. Ölümden sonra hayatın olmadığı bilimsel olarak söylenemez. İnsan kötülüklerin neden var olduğunu da sorgulamaktadır. Özgür iradeye sahiptir. Özgür iradenin olabilmesi için kötülük yapma özgürlüğünün de olması gerekir. Kötülük yapma, hata ve yanlış karar verme özgürlüğü bir sınavın varlığına işarettir. ‘Çelişki yapma yöntemi ile ispat’ olan matematiksel akıl yürütme yöntemi ‘hesap verebilirliği’ netice vermektedir. İnsanın kötülük yapabiliyor olması bir çelişkidir. O halde bütüncül bilime göre dünyanın var oluş amacının sınav diyalektiği olması akla en uygun seçenektir.” denildi.
“Dünyada istisnası olmayan tek gerçek ölümdür.”
“Dünyada istisnası olmayan tek gerçek ölümdür.” ifadesine yer verilen Manifestoda, “Programlanmış hücre ölümlerinin varlığı bilimi ölüme çare arama alanına yönlendirmiştir. Ölümün bizim canımızdan başka bir anlama işaret etmesi zihin teorisine göre gerekmektedir. Bu kadar mükemmel bir düzen yaratıp sonra da onu yok etmesi Abduksiyon (Dışa çekim) muhakeme yöntemine göre imkansızdır. Abduksiyon bir bilimsel buluş yöntemidir. Oluşan şartlara göre çıkması en güçlü sonucu gösterir. Hastalıklar bu yöntemle teşhis edilir. Kötülük yapanların, bedel ödemeden yanına kâr kalarak ölüp gitmeleri adil değildir. İşleyen sibernetik yasalarına göre kötülük yapanların bedel ödemeleri gerekmektedir. Diğer taraftan bütün insanlarda var olan sonsuzluk arzusunun nörogenetik eğilimi, abduksiyon nedensellik ilkesine göre sonsuz bir yaşamı zorunlu kılmaktadır. O halde neş’e-i uhra yani yeniden diriliş olmalıdır. ‘Yaratıcı vermek istemiş ki istemeyi vermiş’ diyebiliriz.” İfadesine yer verildi.
Entropi Yasasının dış iradeyi zorunlu kıldığına da dikkat çekilen Manifestoda, “Entropi enerji yasası olup termodinamiğin ikinci yasasıdır. Evren düzenli bir şekilde düzenden düzensizliğe gider. Bu gidişe göre evren ısı ölümü ile sona erecektir. Bu yasaya göre karanlık yoktur, ışığın olmaması vardır; soğuk yoktur, ısının olmaması vardır. Devamlı ısı ve ışıkla hassas ince ayarlı ve hesaplı bir destek gerekmektedir. Bu yasa zihin kuramı yetisine sahip olan insanı anlam arayışına itmektedir. Zihin kuramı yetisi insan beynindeki ayna sinir hücrelerinin fonksiyonudur. Eğer dış denetim ve düzenleyici yoksa entropi yükselir ve evrende düzen bozulur. İlk varoluşu yapıp mükemmel yasalar koyan ve bu yasaları her saniye yöneten uzay ve zaman dışında bilinçli bir irade sahibinin (Vacib-ül Vücud) varlığı zorunludur.” denildi.