“Bir insanı cevaplarıyla değil, sorularıyla yargıla.” – Voltaire
Bir fotoğraf muhabiri olarak yaptığım iş, anları yakalamaktan çok daha fazlasıdır; gerçeği aktarmak, duyguları uyandırmak ve diyalog başlatmakla ilgilidir. Ancak bunu başarmak için kendime doğru soruları sormam gerekir; sorular, objektifimi yönlendiren, hikâyemi şekillendiren ve dürüstlüğümü pekiştiren unsurlardır. Doğru soruları sormak sadece gerekli değil, aynı zamanda dönüştürücüdür.
Modern fotoğrafçılığın babalarından Henri Cartier-Bresson bir keresinde, “Fotoğraf çekmek, kafa, göz ve kalbi hizaya getirmektir,” demişti. Benim için bu hizalanma, sorgulama ile başlar. Deklanşöre basmadan önce kendime şu soruları sormalıyım:
Hangi hikâyeyi anlatıyorum?Hedef kitlem kim?Gerçeği mi yakalıyorum, yoksa kendi bakış açımı mı dayatıyorum?Örneğin, çatışma anlarını çekerken, “Tüm tarafların insanlığını gösterebiliyor muyum?” sorusu beni yönlendirir. Bu tür bir içsel sorgulama olmadan, karmaşık gerçekleri basitleştirme ya da sansasyonel hale getirme riskiyle karşı karşıya kalırım.
Çalışırken kameram, merakımın ve vicdanımın bir uzantısıdır. Hiçbir editör ya da izleyici, benim içsel diyaloğum kadar yol gösterici olamaz. Kendime şu soruları sorarım:
Bu hikâye neden önemli?Kadrajdaki insanların onurunu koruyor muyum?Bu sorular, beni bilinçli olmaya iter ve işimin yalnızca bilgilendirmekle kalmayıp, çektiğim insanlara saygı gösterdiğinden emin olmamı sağlar.
Fotoğrafçılığın efsane isimlerinden Sebastião Salgado bir keresinde, “Tüm ideolojinle fotoğraf çekersin,” demişti. Bu, her karemin yalnızca gördüklerimi değil, aynı zamanda değer verdiklerimi de yansıttığı anlamına gelir. Kendime sorular sorarak, bu değerlerin gerçeğe ve empatiye uygun olduğundan emin olmaya çalışırım.
Bazen yanıtlar, deneyimlerim ve etik değerlerimle şekillenmiş bir şekilde içimden gelir. Diğer zamanlarda, fotoğrafını çektiğim insanları derinlemesine dinleyerek ortaya çıkar. Dorothea Lange’in sözlerini hatırlatmak isterim: “Kamera, insanlara bir kamera olmadan nasıl göreceklerini öğreten bir araçtır.” Lange, efsanevi Göçmen Anne fotoğrafını çekmeden önce Florence Owens Thompson’un hikâyesini dinlemişti.
Bazen de insanların yüz ifadeleri, mimikleri, el-kol hareketleriyle dışa yansıttıkları, önce fotoğrafı çekmek sonrasında ise fotoğrafları çekilen kişileri dinlemenin gerçekleşmesine neden olur. Konularımla iş birliği yaparak ve onlara bir ses vererek, yalnızca kendi başıma hayal edebileceğimden daha zengin ve otantik yanıtlar buluyorum.
Doğru soru, varsayımların ve önyargıların gürültüsünü delip geçebildiği için sorulur. Beni pasif bir gözlemciden, hikâye anlatımında aktif bir katılımcıya dönüştürür. Bu soruları sormadan, yaptığım iş yüzeysel kalır; bir görsel kronik olmaktan öteye geçip, yankı uyandıran bir anlatı haline gelemez.
Savaş ve insan acılarını belgeleyen en beğendiğim isimlerden biri olan James Nachtwey’in sözlerini düşünün: “Tanık oldum ve bu fotoğraflar benim tanıklığımdır.” Ancak tanıklık titizlik gerektirir. Nachtwey için doğru soru şu olabilir: Acıyı sömürmeden mi gösteriyorum? Çalışmaları, bu tür sorgulamalardan doğan derinliği gözler önüne serer.
Soru sorma pratiği, bir objektifi odaklamak gibidir. Hikâyeyi keskinleştirir, amacımı merkezine alır ve beni hesap verebilir kılar. W. Eugene Smith “Fotoğrafçılık en fazla küçük bir sestir, ancak bazen bir fotoğraf ya da bir fotoğraf grubu, duyularımızı farkındalığa çekebilir.” demiştir. Bu “küçük sesi” etkili bir şekilde kullanmak için önce kendime ve çevremdeki dünyaya sorular sormalıyım.
“Sorgulanmamış bir hayat, yaşamaya değmez.” – Sokrates
Doğru soruları sormak bir beceridir; pratik ve farkındalıkla sürekli olarak geliştirdiğim bir yetenektir. İster karmaşık bir sorunu çözmeye ister başka birini anlamaya ister kendi düşüncelerimi keşfetmeye çalışıyor olayım, doğru soru benim en güçlü aracım. Ve bu soruyu doğru zamanda, doğru yerde ve doğru niyetle sorduğumda, cevapların genellikle kendiliğinden ortaya çıktığını fark ediyorum.
Bir fotoğraf muhabiri genellikle doğru soruları sorar, çünkü onların görevi yalnızca görüntü yakalamak değil, fotoğrafları aracılığıyla güçlü ve etkileyici hikayeler anlatmaktır. Bu sorular, hikâyenin özünü ortaya çıkarmalarına, önemli anları belirlemelerine ve karmaşık gerçekleri görsel olarak iletmelerine rehberlik eder.
Fotoğrafçılıkta doğru sorular sadece sorulmaz, yaşanır. Bu sorular, anlattığımız hikâyeleri, aydınlattığımız yaşamları ve savunduğumuz gerçekleri yönlendirir.