Genç kalma arzusu (Dorian Gray Sendromu)

Hiç aynaya bakıp bir kırışıklığa takıldığınız oldu mu? Ya da eski bir fotoğrafınıza göz atıp, “Keşke hep böyle kalabilseydim” dediğiniz? Eğer öyleyse yalnız değilsiniz. Modern çağın getirdiği estetik ve gençlik baskısı, hemen herkesin üzerinde bir iz bırakıyor. Bugün insanlar, yalnızca iyi görünmek istemiyor; zamanın izlerini tamamen silmeyi, hatta mümkünse hiç yaşlanmamayı hayal ediyor. Bunun arkasında ise yalnızca bireysel kaygılar değil, toplumsal bir ideal yatıyor. Hep genç kalmak, hep güzel görünmek… Ancak bu arayışın bir adı var: Dorian Gray Sendromu.
Dorian Gray Sendromu, adını Oscar Wilde’ın ünlü eserindeki karakterden alıyor. Romanın başkahramanı Dorian, gençliğini ve güzelliğini kaybetmemek için ruhunu bile satmaya razı olur. Gerçek hayatta bu kadar dramatik bir durum yaşanmasa da, fiziksel görünümüne aşırı odaklanan ve yaşlanmayı reddeden bireylerde benzer bir ruh hali görülebiliyor. Bu kişiler, estetik operasyonlardan kozmetik ürünlere, hatta sosyal medya filtrelerine kadar her türlü yöntemi kullanarak gençliklerini korumaya çalışıyorlar. Ancak bu arayışın sonu çoğu zaman tatminsizlik ve hayal kırıklığı oluyor.
Bugün sosyal medya, Dorian Gray Sendromu’nun en büyük tetikleyicilerinden biri haline geldi. Her gün karşımıza çıkan “kusursuz” hayatlar ve genç, pürüzsüz yüzler, görünüşümüzü sorgulamamıza neden oluyor. Artık bir kırışıklık, saç dökülmesi ya da kilo almak yalnızca bir doğal süreç değil; neredeyse bir başarısızlık işareti olarak görülüyor. Daha kötüsü, bu süreç sürekli bir yarışa dönüşüyor. Sadece güzel görünmek değil, sürekli olarak güzel kalabilmek zorundaymışız gibi bir algı yaratılıyor.
Araştırmalar, bu durumun bireylerin ruh sağlığını ciddi anlamda etkilediğini gösteriyor. Estetik kaygılarla başlayan bu süreç, zamanla kişinin kendini algılama biçimini derinden değiştirebiliyor. Öz saygı yalnızca dış görünüşle ilişkilendiriliyor ve zamanla bu durum depresyon, anksiyete ve beden algısı bozukluklarına yol açıyor. Kişi bir noktadan sonra, sahip olduklarını değil, kaybettiklerini görmeye başlıyor.
Ancak burada esas mesele şu: Zamanın etkilerinden neden bu kadar korkuyoruz? Yaş almak yalnızca fiziksel bir değişim değil; aynı zamanda deneyim ve bilgelik anlamına geliyor. Ama toplum bize bunları değil, yalnızca gençliği yüceltiyor. Oysa, aynaya baktığımızda gördüğümüz kırışıklıklar ya da beyaz saçlar, kaybettiklerimizi değil, kazandıklarımızı hatırlatmalı.
Oscar Wilde’ın hikâyesindeki Dorian, sonsuz gençlik arayışında insanlığını kaybetmişti. Bizim hikâyemizde ise seçim bizim elimizde. Zamanı bir düşman olarak görmek yerine, onunla barışmayı öğrenmek belki de en büyük özgürlük. Çünkü gerçek güzellik, aynada değil; kendimize duyduğumuz saygıda saklı.
,