Geçen hafta son yazımda, tıp biliminin bugünü üzerinden bilim felsefesi adına bir değerlendirme yapmış ve bilim çerçevesinde kalan her alanın kutsanmadan tartışılabilir, hesap verebilir ve eleştiriye açık olmasını önemsediğimi, bilimin içkin çığır açan esasını ortaya çıkaracak yegane tavrın bu olacağını savunmuştum. Bu hafta ise tesadüf ettiğim ve tamamen hemfikir olup keyifle okuduğum bir yazıda da, son yıllarda ekoloji, çevre sorunları üzerine küresel anlamda bütün suçu yükü bireylerin omuzlarına bindiren düzen benzer şekilde eleştirilmişti. Bunlar elbette düğüm düğüm olmuş kocaman bir zincirin halkaları; biri ötekinden bağımsız değil…Yaşam boyu farkındalıklı bir zihniyet ve yaklaşım geliştirmekse, işte tam olarak bu düğümlerin sadece birini çözmekle başlıyor herkes için.
Aposto’da Zeynep Özar Berksü imzasıyla yayımlanmış bu son derece isabetli, savları kuvvetli yazıda; küresel ısınma ve çevre sorunlarına karşı önlem almaya yönelik teknolojilerin birilerinin mülkiyetine ait olduğu ve son tahlilde bu teknolojilerin bir “gözetim mimarisi” kurarak özgürlükleri kısıtlayabilmesinin yanında, çözümü gerçek sorumlulara (sermayedarlar/ mülkiyet sahipleri/ sanayiciler/ hükümetler vs.) yaptırım uygulamak yerine bireylerin bu tür “çevreci” teknolojileri etkin biçimde kullanmasında aramasının sınıflar arası eşitsizliği arttırabilen bir başka faktör olduğundan bahsediliyor. Bu güzel, nitelikli yazıya meseleye ilgisi olanların, merak edenlerin mutlaka göz atmasını öneririm.
Son yıllarda ana akım medyadan, sosyal medya mecralarına sürekli küresel ısınma üzerinden insanlara endişe pompalayan, korku satan (sanki eksiğimiz varmış gibi) bir gündem pazarlanıyor. Bu pazarlama stratejisinin ilgili olsun olmasın her yere maydanoz olabilen kullanışlı anahtar kelimeleriyse ağırlıklı olarak; sürdürülebilirlik, karbon ayak izi, ekolojik ayak izi, organik, vesaire… Ticari girişimi yahut projesinin isminin başına, tanıtımının içeriğine keyfince bu sıfatları koyup, birtakım kaynaklardan sponsor ve/ya fon alarak kendini dünyayı korumak için her şeyden feragat etmiş bir süper kahraman gibi şanlı göstermek şimdilerde geçer akçe; başta gıda, giyim, turizm, ulaşım gibi aklınıza gelen tüm sektörlerde. Alıcısı da çok. Bu konuda gayet planlı bulduğum küresel arz, kısa zamanda kendi talep gücünü oluşturdu. İnsanlar, küresel sermayenin sanayi ölçeği ve dev şirketler değil de ozon tabakasını delen unsurun ineklerin sindirimleri neticesinde doğaya saldığı metan gazı olduğuna inanmaya daha gönüllü. O yüzden et ve süt tüketimi kısıtlanmalı; hatta ve hatta insanlık yüksek bir duyarlılık ve sağduğuyla cennet dünyamızın geleceği için artık bunları tüketmemeli. Bill Gates isimli zat, yapay et veya kızartılmış çekirgenin, bilmem hangi böceğin, kurdun bizim için daha faydalı olduğunu, protein ihtiyacımızı buradan karşılayabileceğimizi buyurduysa kesin haklıdır; öyle değil mi? Adam sonuçta “koskoca” bilim insanı(!) bir milyarder, computer gurusu; sen, ben, başkası ondan iyi mi bilecek? Tabii canııım… (!!!)
Dürüst olmak gerekirse; modernizm aşamasını bile henüz layığıyla tamamlayamamış bir dünyada, post-modern bir eksene eklemlenerek zırvalarıyla başımıza icat çıkaran söylemci akademik ekolden, her adımını “dünya ve insanlığı korumak” içinmiş gibi gösterip ceplerini doldurmaya devam eden oligark yönetimler ve küresel kalantorların üsttenci dayatmalarından, palavralarından ben çok usandım. Kendi muhayyilemde, aynı usancı, kitleler halinde duymaya başlayacağımız gün gerçekten dünyanın iyiliği ve refahı için bir şeyleri değiştirebilecek ortak adımları atabileceğimize inanıyorum. Gerisi benim nezdimde fasa fiso…
EGO’ya kısa bir not: Olmadı; ama ya olsaydı?!
Geçen hafta Ankara’da Batıkent yönünde seyreden metro istasyonlarının birinin raylarında küçük çaplı, fakat haliyle panik yaratan bir yangın çıktı. Hem de iş çıkışı sebepli akşam kalabalığının olduğu bir vakitte… Neyse ki hiçbir kayıp olmadan ve alevler yayılmadan başarıyla söndürüldü. Bir badire atlatıldı aslında. Ama ya olsaydı?! Yerin kaç kat altında, seferlerin yoğunlukla sürdüğü, büsbütün elektrik hattından müteşekkil bir alandan bahsediyoruz! Dilerim bundan sonra bakım ve onarım çalışmalarınızı planlayıp sürdürürken, bu yaşanandan bir ders alıp “bir şey olmadı” rehavetine değil, “ya bir şey olsaydı?” teyakkuzuna riayet edersiniz.