Kendi arzu ve isteklerimiz, yönlendirmelerimiz dışında gelişen ve sonuçlarını öngöremediğimiz durumların, korku olarak açığa çıkması ve hayatımızdaki birçok kararı etkilemesi olağandır. Hele de deprem gibi afetlerde, tanık olduklarımız, okuduklarımız ve izlediklerimiz akabinde, yakınlarımızı, anılarımızı, yaşadığımız yerleri kaybetme korkusunu doğal olarak açığa çıkacaktır.
İşte bu korkular, sismofobi olarak, yani deprem korkusu olarak tanımlanır. Deprem bölgelerinde yaşayan insanlarda sismofobinin görülmesi kadar, depremle ilgili gelişmeleri an be an medyadan takip eden, okuyan insanlarda da bu korkunun görülmesi olağandır.
Sismofobik bireylerde yaşanan depremin ardından birkaç hafta geçmesine rağmen korkunun aralıksız devam etmesi, deprem olacak endişesiyle sosyalleşmekten kaçınma, kendi kabuğuna çekilme, güvensiz hissedilmesinden dolayı yapılan planların sürekli değiştirilmesi, her an deprem olacakmış gibi düşünme, endişe etme beklenen davranışlardandır.
Peki bu korkuyla nasıl baş edebiliriz? Mesela hissettiğimiz korku ile ilgili yakınlarımızla konuşmaktan kaçınmamalıyız. Belki belirli nefes teknikleriyle endişelerimizin arttığı anlarda sakinleşmeye deneyebiliriz. Gerektiğinde psikolojik destek almak için uzmanlara başvurmaktan kaçınmamalıyız. Depremle ilgili yine işin uzmanlarından eğitim almalı, olası deprem anında yapabileceklerimize dair bilgilerimizi tazelemeliyiz. Çocukların korkularını ifade edebilecekleri ortamları sağlamak için, onların da hislerini rahatça anlatabildikleri oyunları kurmalı ve kaygılarına, korkularına kulak vermeliyiz ve elbette ihtiyaç duydukları her an yanlarında olduğumuzu onlara hissettirmeliyiz.
En önemlisi, yerinde ve dozunda kaygının sağlıklı ve bizleri koruyan bir tepki olduğunu unutmamalıyız.