Evin salonunda bir sandalyeyi karşımdaki pencereyi tam ortalayacak şekilde koyarak oturdum. Karşımda kocaman bir pencere. Ortada iki büyük yanlarda da ortadakilerin yarısı kadar büyüklükte birer olmak üzere dört pencereden oluşuyor.
Sandalyenin hemen önünde de kamera sehpam kurulu. Makinem çekime hazır. Ayaklarımı sehpanın ayakları arasından ileri doğru uzatıp sırtımı da geriye yasladım. Fotoğraf makinasının uzaktan kumandası elimde, fotoğraf çekmek için parmağım deklanşörde hazır.
Fonda Vivaldi çalıyor.
Pencerenin dış tarafında, uzakta çerçevemin alt 1/3 üçünü kaplayan sıra sıra ve arkalarında ne var belli etmeyecek sıklıkta ağaçlar görünüyor. Mevsim kış hepsinin yaprakları dökülmüş.
Uzaktaki ağaçlarım hemen önünde ise yüksek ve üçgen formatında çatılı, tuğla duvarlı bir ev.
Tuğla duvarlı evden de penceremin neredeyse alt sınırına kadar ulaşan aslında büyük bir yeşillik alan olsa da fotoğrafımda az bir yer kaplayacak dümdüz yemyeşil bir çayırlık.
Çayır alanın yanından geçen yol kenarında kalınca gövdeli iki ağaç var. Bakış açıma göre solda olanın boyu çok uzun diğeri daha kısa. İri kalın dalları budanmış. Budanan yerlerden sayıca çok yeni sürgünler vermiş. Bulutların üzerine atılmış ince çizikler gibi görünüyorlar. Bu iki ağaç penceremin ortadaki iki büyük bölmesinin merkeze daha yakın olan bölümünde yer alıyorlar. Soldaki uzun ağaç sol bölmenin sağında, Sağda dalları budanmış olan ise sağdaki büyük pencere bölmesinin solunda yakın bir noktada konumlanmış.
Onların hemen altında da incecik gri bir yol uzuyor çerçevemin en sağından en soluna kadar.
Yolun bana yakın olan tarafında da boyları çerçeveme sığmayan dört tanesi neredeyse pencere bölmelerinin hemen hemen ortasına bir tanesi ise diğerlerine oranla çok daha ince ve soldaki büyük bölmenin hemen hemen en sağında yer alıyor. Gövdelerinin sol bölümleri yosun bağladığı için yeşil görünüyor.
Ağaçların hemen önünde de yine çerçevemin eni boyunca uzanan, uçları üçgen şeklinde demir bir çit uzanıyor.
Gökyüzü gri bulutlarla kaplı, güneşin geçişine izin vermek istemiyor gibi bir hali var.
Penceremin iç tarafında ise içerdeki sessizliği bozmak istemeyen köpeğim, ne yazdığımı merak edercesine bana bakarak yerde uzanıyor.
Çerçeveme sağ taraftan bir adam ve köpeği demir parmaklıkların arkasından yürüyerek giriyor. Simsiyah köpeğinin ağzında fırtına nedeniyle ağaçtan koparak yere düşmüş çok uzunca bir dal. Merkeze doğru ulaşmalarını beklerken soldan da köpeğini gezdirmeye çıkmış birisi giriyor. İkisinin de fotoğrafımın tam ortasında karşılaşmalarını umuyordum fakat ağzında dal olan köpek oyalanınca beklediğim fotoğraf gerçekleşmedi.
Saat oldukça ilerledi. Hava zaten kapalı, ışık iyice düşmeye başladı bu kadar hazırlığı fotoğrafsız bırakmak istemiyorum. Enstantanemi düşürdüm. Diyaframı da iyice kıstım. Yoldan farlarını yakmış bir aracın geçmesini umut ederek beklemeye başladım.
Havanın ışık esnekliği kalmamaya başladı. Zaman geçiyor ama araba geçmiyordu. Bulunduğum oda da iyice karanlık oldu. Karşıdaki evde yaşayanlar ışıklarını yakma nezaketi ile fotoğrafımı şenlendirdiler. Fakat yoldan geçen araçların farları yanmadığı için arzu ettiğim fotoğrafı çekemiyorum. Ara ara enstantane ile oynamak zorunda kalıyorum. Umudumu yitirmek üzereyken beklediğim farları yanan araç fotoğrafımın bir kenarından giriş yapıyor sonunda.
Günün sonunda güzel koyu bir manzaranın altını çizerek vurgulayan bir ışık çizgili fotoğrafı çekmeyi başarıyorum.