Sinek Tanrılarının Çocukları-(1)

Yakın zamanda benim için oldukça kıymetli ve hatırlı bir insanın, ergenlik çağındaki evladının okulda zorbalığa uğradığını öğrenmem canımı sıkınca bu konuyu köşemde biraz irdelemek istedim. Zannedersem Türkiye’de okul çağında (az ya da çok) fiziksel veya psikolojik şiddete, akran zorbalığına uğramayan çok az şanslı insan vardır. Şahsen konuyu çok ciddiye alıyorum; zira çocuk ve gençlerin okul hayatının yanı sıra gelecekte bireysel ve kariyer yaşamlarını da etki altına alabilecek kadar derin bir mevzu bu.Meseleye dair burada pedagog, psikolog, eğitim uzmanı vesaire gibi ahkâm kesecek değilim. Bu probleme ilişkin verilere gelince o da bir tık uzağınızda. (bkz. PISA raporları) Ama kendimce ebeveyn, aile, öğretmen, eğitim kurumları ve Milli Eğitim Bakanlığı’nı (MEB) hedef alan bir çift sözüm var elbette.Çocukları oldum olası, henüz kendim bile çocukken, çok sevdiğim beni tanıyanlar tarafından bilinir. Nedendir bilmem, çocuklara karşı bu sevginin yanında büyüdükçe ayrı bir hassasiyet de geliştirdim; onları bağımsız ve kendine özgü bireyler olarak görmeye dayalı… Ancak yine de bu konudaki düşünme ve konumlanış biçimimi sorgulayan, beni “insan olmak meselesi” üzerine ihtiyata sürükleyen bir kırılma noktası yaşamıştım 20’li yaşlarımın başında. Yarım asırdan fazla bir zaman önce kaleme aldığı “Sineklerin Tanrısı” isimli romanıyla (aynı zamanda 90 yapımı film uyarlamasını da izlemiştim) merhum İngiliz yazar William Golding kelimenin tam anlamıyla aklımı uçurmuş, tüm ön kabullerimi altüst etmişti, eksik olmasın… O gün bugündür varoluş ve insanlık meselelerine boyutlu ve temkinli yaklaşırım.Buradan hareketle ve tecrübelerim doğrultusunda söylemeliyim ki küçük çocukların dünya ve hayatı anlamlandırma sürecinde evvela aile terbiyesi almalarının rolü çok büyük. Okul çağına geldiklerinde ise bu rol ve sorumluluğun önemli bir kısmı eğitim kurumları, öğretmen-eğitmenler, diğer ortaklar ve ebeveynler arasında bölüşülüp paylaşılıyor haliyle. Lakin görünen o ki, Türkiye’de müfredatından kurumsallığına çivisi çıkmış mevcut eğitim sisteminde akran zorbalığını önleyici tedbirler sadece kağıt üstünde, dostlar alışverişte görsün seyrinde…Okul çağındaki çocukların büyük kısmı akranlarından fiziksel, sosyal ve psikolojik zorbalığa uğruyor ve bu oranlar içinde erkek çocuklar akranları tarafından daha çok fiziksel şiddete, kız çocuklar ise psikolojik şiddete maruz kalıyor. Mağdur-fail-seyirci üçgeninde şekillenen akran zorbalığında sıklıkla “yüksek statülü, iri, güçlü, popüler” olanların şiddet ve zorbalık eğilimi gösterdiği görünüyor. Velilerin çocukları için eğitimin günden güne içten içe çürü(tül)düğü mevcut koşullarda “daha korunaklı ortamda ve iyi eğitim almak üzere” astronomik bedeller karşılığı mecburiyetle yahut bilerek tercih ettikleri özel okullar, özel eğitim kurumlarında ise durum devlet okullarına kıyasla daha vahim. Aslında aralarında bildiğim “namlı-şanlı” geçinerek kendilerini mükemmel, eşsiz (!) addeden ve fakat öğrencilerine yalnızca meta gözüyle bakan eğitim taciri birtakım kurum ve kuruluşların ipliğini pazara çıkarmak vardı da, bu iş henüz bana düşmez. Bilinçli okur ve velilerin, çocuklarına okul seçerken tedbirli ve gözü açık davranması için şimdilik bu kadarını söylemem yeterli olacaktır.Çocuklar aile değerlerini, ebeveynden gördükleri davranışları sünger gibi emer ve hiç şüphesiz çevresindeki arkadaşlarına zorbalık eden çocuk ve gençlerin çoğu ana-babalarının davranışlarını yansıtır. Daha açık olmak gerekirse; altında çok başka bir özel sebep yoksa, zorba ve sorunlu olan aslında çocuk değil; çocuğuna insani/ahlaki değerler aşılamayan, şımartan, tolere eden, bencil kılan yahut kendisi çocuğuna şiddet gösterip zorbalık eden anne ve babalardır. Çocuklarınız aynadır ve zorba çocukların okul, arkadaş ortamında başkalarına yansıttığı sizin sorunlu ebeveynlik davranışlarınız, sorumsuzluklarınızdır. Bir sonraki yazımda yine bu konuyu irdelemeye devam edeceğim. O vakte kadar çuvaldızı şimdiden kendinize batırmaya ne dersiniz yetişkinler?