ABD ve İran ilişkilerinin yalancı baharına selam

12 Nisan tarihinde Umman’ın başkenti Maskat’ta ABD ile İran arasında nükleer anlaşması üzerine başlayan dolaylı müzakereler, ikili arasında yıllardır süren gerilimin ardından dikkatleri yeniden bölgeye çekti. Ancak bu görüşmelerin başladığı noktada, hem İran’ın hem de ABD’nin temel motivasyonlarının Orta Doğu’da barış ve istikrarı sağlamaktan ziyade domestik siyasetin çıkarları ve stratejik hesaplar olduğunu görmek, bu sürecin ne kadar başarılı olabileceğine dair ciddi şüpheler uyandırıyor.
ABD’nin 2018’de tek taraflı olarak nükleer anlaşmadan çekilmesi ve ardından İran’a karşı sert yaptırımlar uygulamaya başlaması, ilişkilerin dip yapmasına neden olmuştu. Trump yönetiminin “maksimum baskı” stratejisi, İran’ı adeta köşeye sıkıştırmaya çalıştı. Ancak 2021’de Biden’ın başkanlık koltuğuna oturması, Washington’un İran’la yeniden diyalog kurma isteğini gündeme getirdi. Peki, 2025 yılına geldiğimizde, gerçekten bir anlaşmaya varmak mümkün mü? Washington, nükleer anlaşmaya geri dönme konusunda isteklilik gösterse de, yaptırımları sürdürme kararlılığı, ABD Başkanı Trump’ın dış politikadaki dengesiz ve dürtüsel tutumları bu sürecin ve girişimlerin samimiyetini sorgulatıyor. Burada ABD’nin ne kadar gerçek, samimi bir diplomasi izlediğini anlamak pek de kolay olmayacak gibi görünüyor.
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Umman’da gerçekleşen müzakerelerin “diplomatik ve saygılı bir atmosferde” yürütüldüğünü duyurdu. Fakat şu gerçeğe de belki dikkat çekmemiz gerekir ki; taraflar bu görüşmeleri ayrı odalarda, arabulucular aracılığıyla gerçekleştirdi. Yani bir başka deyişle, iki ülke de dolaylı yoldan birbirleriyle iletişim kuruyor. Umman aracılığındaki görüşmeler sonrası ABD Orta Doğu Özel temsilcisi Steve Witkoff’un “diplomatik görgü kuralları gereği selamlaştık” demeci, her iki ülkenin aslında birbirine ne kadar mesafeli ve temkinli olduğunu ispatlıyor. Umman’daki müzakereler diplomatik bir açılım olarak görülse de, aslında iki taraf arasındaki güven eksikliğine ve aralarındaki diplomasinin kırılganlığına işaret ediyor. 
Bugün ABD’nin İran ile müzakere masasına yeniden oturması -Trump’ın İran’a yönelik günaşırı tutarsız ve tehditkâr söylemleriyle ele alındığında- mevcut ABD yönetiminin dış politika stratejilerinin geçici, anlık “çözümler” (!) peşinde olduğunu gösteriyor. Trump, nükleer anlaşmadan çekilirken, İran’a yönelik daha sert yaptırımlar uygulayarak ve askeri baskı yaparak bölgede büyük bir etki alanı yaratmayı hedeflemişti. Ancak, şimdilerde aynı yönetim, İran ile müzakere yolunu tercih ediyor. Bunun arkasındaki motive edici faktör ise, iç politikada gösterilebilecek bir başarı veya İran’a karşı yumuşama sinyalleri vererek, hem Amerikan kamuoyunu hem de bölgedeki müttefikleri sakinleştirme çabası olabilir belki. Ancak Trump’ın dış politikadaki süreğen çelişkili ve öngörülemez tavırları, İran ile kalıcı bir anlaşma sağlanması konusunda ciddi bir engel teşkil ediyor.
Öte yandan, İran tarafı da oldukça temkinli bir pozisyon alıyor. Yıllar yılı süren ambargolar ve bölgedeki istikrarsızlıklarla derinleşen ekonomik zorluklar ve her an bir iç karışıklığa dönebilecek siyasi baskılar İran’ı zorlasa da, ülkenin dış politika kararları sadece ekonomik çıkarlarla değil, aynı zamanda bölgesel güvenlik stratejileriyle de şekilleniyor. İran ciddiye alınma arzusuyla nükleer anlaşmaya geri dönülmesini istiyor; lakin süreçte ABD’den ne kadar taviz koparabileceği ve bu tavizlerin İran halkı için ne kadar kabul edilebilir olduğu, müzakerelerin yönünü belirleyecek. Ayrıca İran, özellikle Esad Rejimi’nin devrilmesiyle bir hayli sarsılmış da olsa, bölgedeki nüfuzunu kaybetmek istemiyor. Bu da elbette, ABD-İran müzakerelerin geleceğini güçleştirecek bir başka unsur.
Ve nihayetinde bu müzakereler, sadece İran ile ABD arasındaki ilişkilerin değil, aynı zamanda Orta Doğu’daki güvenlik ve siyasi düzenin de şekillenmesinde de belirleyici bir rol oynayacak. Ancak mevcut tutum ve yaklaşımlarla birlikte Orta Doğu’nun bugünü göz önüne alındığında, ABD-İran arasında kalıcı bir uzlaşı ve barışa ulaşmak için hâlâ uzun bir yol var gibi görünüyor. Kuşkusuz, hem ABD’nin hem de İran’ın birbirlerine karşı olan tutumları ve çıkarlarını ne kadar geride tutabileceği ve bu anlamda karşılıklı tavizleri ilgili sürecin başarılı olup olmayacağını belirleyecek. Tüm bu süreçlerin gerçekten bir diplomasi zaferine dönüşüp dönüşmeyeceğini ise (daha samimi olmak gerekirse, benim umudum yok) zaman gösterecek.