Deprem gölgesinde buruk bir 23 Nisan…

Bir ülkenin aynı gerçekle kaç defa yüzleşmesi gerekir? Yahut şöyle sual edelim; bir ülke kendi gerçeğiyle yüzleşerek yaşamaktan nereye kadar kaçıp kaçınabilir? Tek bir vatandaşı sağ kalmadan mı?
23 Nisan 2025’te, öğlen saatlerinde Silivri açıklarında meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki deprem, bir kez daha İstanbul’u salladı. Sadece fiziken değil, İstanbullu vatandaşların psikolojisine baktığımızda, ruhen de… Fakat bu şehirde her sarsıntıdan sonra yaşanan şey ne yazık ki hep aynı: Önce kısa süreli bir panik, ardından ev ödevi gibi bir köşede hızla unutulmaya bırakılan, alınması gerekip alınmayan birikmiş bir yığın ders…
İstanbul, neredeyse Türkiye nüfusunun yaklaşık 4’te 1’ine ne ev sahipliği yapan çok kalabalık bir metropol. Burada ikamet edenler için her gün trafiğiyle, nüfusuyla, temposuyla, her türlü keşmekeşiyle zaten devasa bir mücadele sahası. Ancak gerçek şu ki; bu koca şehir bir gün yerle bir olabilir. Ve o gün geldiğinde “kimse bilmiyordu” diyemeyeceğiz. Çünkü herkes biliyor. Ama kimse, sorumluluk almayı tercih etmiyor.
Kandilli Rasathanesi ve AFAD’a göre, Silivri açıklarında gerçekleşen depremin derinliği yaklaşık 12-13 kilometreydi. Depremin ardından şehirde ciddi bir panik yaşandı. İnsanlar çoluk çocuk, hasta yaşlı sokaklara; eskinin yemyeşil İstanbul’unda artık betonlu rantlardan biraz fırsat kaldıysa buldukları park, bahçe, açık toplanma alanlarına döküldü. Ancak asıl tehlike sanılanın aksine hâlâ yerin altında değil, yerin üstünde! Yüz binlercesi riskli, çarpık yapılaşma eseri 1.1 milyon binanın bulunduğu bu şehirde… İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2023 verilerine göre, kentteki 90 binin üzerinde bina olası bir büyük depremde ya yıkılacak ya da ağır hasar alacak.
Uzmanlar yıllardır konuşuyor, bilimsel verileri yorumluyor; Marmara’da beklenen büyük deprem bir gün mutlaka olacak. Ama hazırlık hâlâ çok sınırlı. Kentsel dönüşüm hâlâ rantla yarışıyor. Deprem toplanma alanları, hâlâ otopark ya da rezidans projelerine kurban ediliyor. Ve her seferinde olduğu gibi, birkaç gün içinde gündem değişiyor. Oysa mesele teknik değil; mesele, zihniyet ve sorumluluk sahibi olmak ya da olmamak… (!)
Depremle yaşamanın yolu, depremi unutmak değil; onun Türkiye’nin jeolojik yapısına bağlı bilimsel bir gerçek olduğuyla yüzleşmeyi öğrenmekten geçiyor. Ama biz hâlâ depremin büyüklüğünü, merkez üssünü, kaç saniye sürdüğünü, yeni/ olası depremlerin olup olmayacağını tartışıyoruz. Oysa odaklanıp tartışmamız gereken esas şu: Neden bu kadar az bina güçlendirildi? Neden milyonlarca insan hâlâ riskli yapılarda yaşıyor? Ve neden bu kadar temel bir güvenlik meselesi, her seferinde siyasi hesaplara kurban ediliyor?
AFAD’ın koordinasyon gücü, yerel yönetimlerin saha çalışmaları, uzman raporları… Hepsi birer raporda tozlanmaya mahkûm değilse, gerçek bir seferberlik için kullanılmalı. Deprem bu ülkenin gerçeği. Özellikle İstanbul için sadece bir “olasılık” değil, bilimsel olarak %70’in üzerinde “beklenen” bir durum.
23 Nisan Atamızın çocuklara adadığı anlamlı ve çok özel bir bayram günüydü. Ancak deprem, çocukların bayram sevincini bölmekle kalmadı; aynı zamanda ısrarla görmezden gelinen gerçekleri halkımıza bir kez daha hatırlattı. Bu şehir, beklenen büyük depreme hazır değil. Dahası, hazırlık konusunda ciddi bir toplumsal bilinç de hâlâ yok. Binalarını tanımayan, yaşadığı yapının taşıyıcı sisteminden haberi olmayan milyonlarca insan var. Maddi krizler ve barınma krizinin büktüğü belimiz de cabası…
İstanbul, bir gün büyük bir depremle sınanacak. Ama asıl ciddi ve büyük sınav, o gün değil! Hazırlıksızlıkla geçen her günümüz… Ve ikmale kaldığımız her seferde, yitirdiğimiz canlarla geriye alınmaz, telafisi mümkün olmayan bedeller ödüyoruz. Artık unutulmasın!