Bir ülkenin kalkınma masallarında en çok kim unutulur? Elbette ülkeyi sırtında taşıyan emekçiler, işçiler, canıyla başıyla çalışanlar… Fakat etraflıca düşününce, yaklaşan 1 Mayıs hepimizde bir kez daha bize memlekette emeğin kıymetinin sadece sözde kaldığını hatırlatıyor. Türkiye’de işçi ve çalışanlar için durum birkaç yıl öncesine göre değil, onlarca yıl öncesine göre bile yine ilerleme göstermiyor. 2025 yılının Türkiye’sinde alın teri hâlâ ucuz, emek hâlâ değersiz…
Bugün Türkiye’de çalışmak, üretmek ve katma değer yaratmak değil, aynı zamanda yokluk ve yoksunluklar içinde, sakalın bıyığa denk gelmediği koşullarda bir yaşam savaşı vermek adeta. Mevcut asgari ücretle çalışan ve ülke nüfusunun yarısını teşkil her bir vatandaşımız bir ay boyunca sadece kirasını ödeyip temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. Oysa, enflasyon ve güvenilmez piyasa şartlarında gelirler günden güne erirken, fiyatlar yükseliyor; mutfaklar boşalıyor, faturalar kabarıyor. Dolayısıyla emeklerin karşılığı, herkesi her geçen gün eksile eksile daha da bodurlaşan, düşük profilli bir yaşam “standardına” mahkûm ediyor. Çalışmanın ödülü şimdilerde, yoksulluk sınırının altındaki yaşamlarımızda nefes aldığımıza şükretmek oldu artık..!
İş güvencesi deseniz, o da bir başka yara. Kayıt dışı istihdam oranı hâlâ yüksek. Bu ülkenin özellikle üstüne titremesi gereken pırıl pırıl gençler, iyi bir eğitimle mezun olduklarında bile işsiz kalıyor. Bulanlar ise çoğu zaman kısa süreli, düşük ücretli ve güvencesiz işlerde tutunmaya çalışıyor. Sendikal haklar ise yıllardır geriliyor. Örgütlenmenin önüne konulan yasal ve fiili engeller ve (hiç kusura bakmasınlar) Şark kurnazlığı peşindeki cepçi ve konformist sendikacılık zihniyeti emeğin sesini kısmaya yetiyor. Taşeron sistemleri, güvencesiz sözleşmeler ve düşük ücret cenderesi altında 21. yüzyılın Türkiye’si, böylelikle, 19. yüzyılın vahşi kapitalizminin bugünkü öncü bir temsilcisi olarak varlığını sürdürüyor.
İşçi sağlığı ve iş güvenliğine geldiğimizde, rastladığımız yine büyük bir utanç tablosu. Her yıl binlerce işçi iş kazalarında hayatını kaybediyor. Sadece 2024 yılında, resmi/kayıtlı verilere göre 2 bine yakın işçi çalışırken yaşamını yitirdi. “Kaza” diye halı altına süpürülen tüm bu vakaların altından ise tedbirsizlik, sorumsuzluk ve ihmaller zincirinden müteşekkil topak topak olmuş bir yığın kir, çöp ve mikrop çıkıyor. İnsan hayatı her zamanki gibi birilerinin maliyet hesaplarına kurban ediliyor.
Dünyanın birçok yerinde 1 Mayıs dayanışmanın, birliğin ve emeğe saygının günü olarak kutlanırken; Türkiye’de ise hâlâ yasaklar, baskılar ve sınırlamalarla bir “güvenlik sorunu” gibi muamele görüyor; 2025’te de 70-80’li yıllarımızdan miras yasak anlayışı devam ediyor. Memlekette 1 Mayıs geleneğini temsil eden görkemli, coşkulu ve kalabalık meydanların bazısı bugün yine işçiye, emekçiye “cızzz!”, “yassağğğ!”. Dünya çapında emekçilerin “bayram” dedikleri gün, trajikomik biçimde özgürlükle değil, kısıtlamalarla örülü.
Türkiye, 1 Mayıs’ı gerçek bir İşçi ve Emek Bayramı olarak kutlayacaksa, önce emeğe hak ettiği değeri vermeyi öğrenmek zorunda. Asgari ücretlinin yaşam koşullarını iyileştirmeden, iş güvenliğini sağlamadan, sendikal hakları gerçekten tanımadan 1 Mayıs diye andığımız sadece bir takvim yaprağı… Gerçek bayram ise, emeklerin saygı gördüğü, alın terini sel edene hakkının teslim edildiği, insan onuruna yaraşır bir düzen kurulduğunda kutlu olacak hepimize, nasipse. Daha iyi, umutlu ve müreffeh 1 Mayıslar görebilmemiz dileğimle…
