Ajansa düşen bir sağlık haberinin başlığı: “Aşırı düşünme ile başa çıkmak mümkün” İstemsiz beliren alaycı bir tebessümle açıp okuyorum haberi; aşırı düşünmeyi “vurun abalıya” kabilinden sorun gören, patolojize eden ve tedaviye “muhtaç” gösteren bir yığın hekim klişesi…Modern çağın yeni hastalığı gibi yaftalanan aşırı düşünmek (ecnebi deyimiyle “ovethinking”), popüler psikolojinin gerekçelendirmeleriyle artık bir tür “kusur” olarak yansıtılıyor hayatlarımızda. Düşündükçe batarsın, sorguladıkça tükenirsin. Uzmanlar, “fazla düşünüyorsan dur, bırak, anda kal” demeye getiriyor. Düşünme ki mutlu olasın, bu dünyadan da zevk alasın… (!) Aman çok düşünme ki sistem aksamasın. Ne hoş bir reçete, değil mi?Ama ben başka bir yerdeyim. Zira bu kadar kötülüğün, bencilliğin, vurdumduymazlığın arasında gerçekten hâlihazırda aşırı düşünen, kendini sorgulayan insanlar kaldığına inanmıyorum. Benim etrafta daha çok rastladığım; çoğu yalanlar üzerine kurulu bir yanılsamadan ibaret, kaybettiği iradesiyle başkalarının yönlendirmesine yönetmesine muhtaç, onu-bunu taklit eden yaşamlarında gafletle, umursamazca yaşayan ve daha kötüsü böyle yaşamayı da marifetten sayan yığınlar!.. Düşünmekten bitap düşen zihinlerden ziyade, hiç düşünmeyen zihinlerin kalabalığı, çoğunluğu içindeyiz. Hiç kimseyi kınadığımdan değil; günümüzde her koldan sürekli pompalanan bir düşünme tembelliğinin düsturunda, adına “özgürlük”, “kendini koruma” ya da “kişisel gelişim” denilen safsataların dayatmalarına maruz kalıyoruz. Yanlışımız ile doğrumuz sürekli şaşıyor, yer değiştiriyor haliyle…Oysa düşünmek, sadece bireysel bir iç konuşma değil; aynı zamanda insana yük bindiren, konfor alanını bozan bir eylem. Bu yönüyle düşünmek, kirli bir iştir ve zaman alır. Kendine ve çevrene karşı acı verici bir dürüstlüğü gerektirir. Düşünmek, sorumluluk almak, sorgulamak ve farkında olmak demektir. Düşünen insan, hayır demesini bilir. Düşünen insan, empatili, anlayışlı ve nazik olur.Bu da tabii hiç kimsenin işine gelmez; ne şirketlerin, ne siyasi otoritelerin, ne de güdülmeye teşne toplumların… Düşünmeyen insan, tüketim için daha hızlı karar verir. Oy verirken de fazla sorgulamaz. Düşünmediği için suçluluk duymaz; çünkü olan bitenin, tutum ve davranışlarıyla sebep olabileceklerinin farkında bile değildir. İşte sistemin beklediği ideal birey profili!. O yüzden, düşünen ve düşünceli insanlar, hızlı ve vahşi süregiden bu çağda çoğu zaman yalnız kalır. Yahut şöyle diyeyim; tüm otoritelerin ve çoğunluğun “aşırı düşünüyorsun” (!) teşhisinin el ele vermişliği ve örtülü bir dışlanmışlıkla yalnızlığa mahkum edilir.Popüler kültür de sağ olsun, düşünmeyi sistematik şekilde şeytanlaştırdı. Filtreli mutluluklar, hızlandırılmış çözümler, “pozitif kal” komutları arasında, düşünmek neredeyse bir aykırılık haline geldi. Günümüzün ideali, sorunu kökten görmek değil, semptomu bastırmak. Sorgulamak yerine “manifest et,” tepki göstermek yerine “kabullen ve geç.” Düşünme; tüket, unut, devam et.Böylesi bir dünyada, gerçekten “aşırı düşünenler” yine de yok olmuyor. Düşünmenin karalandığı ve kabahat gibi görüldüğü çağımızda ya içlerine kapanıyorlar, ya maskeleniyorlar. Az da olsa, bir avuç azınlık da olsa yine aramızdalar. Ve bence iyi ki varlar!.. Düşünmek elbette bir yük; ama insanın taşıyamayacağı ve günümüzün bireycilik dayatmalarıyla öcüleştirilecek bir yük değil. Neticede insanı diğer canlılardan üstün tutan düşünebilme kapasitesi. .Bana kalırsa, bu yükün her daim taşınması dünyayı daha yaşanabilir hale getirecek yegâne unsur. Belki tam da bu yüzden, her şeye rağmen düşünmeye devam etmek, bu alışkanlığı sürdürmek, düşünmeye küsmemek esaslı bir direniş biçimidir. Ve bu direnişin bir parçası olmak isteyenler işe; düşünmeyi bir “araz”, “hastalık” ve “arıza” olarak tanımlayan bu mutat düzenin bizzat kendisinin hastalıklı olduğunu sorgulayıp düşünmekle başlayabilir.
