Cesaret değil, bir sorumluluk

Bazı anlar vardır, sadece tarihe değil, insanın ruhuna da kazınır. O anlarda deklanşöre basmak cesaret değil, bir sorumluluktur.
Fotoğrafçılık kariyerimde birçok kez insanların hayatlarına, acılarına, direnişlerine tanıklık ettim. Ancak bazen öyle bir olay olur ki, onu yalnızca fotoğraflamak değil, yaşamak bile başlı başına bir sınavdır. Bir başkana yapılan suikast girişiminde, o anın tam ortasında bulunmak… İşte bu, yalnızca haber değil, tarihin kendisidir. Ve böyle bir anda, o biricik kareyi yakalayan isim: Doug Mills.
New York Times’ın 1983’ten bu yana başkanların her adımını belgeleyen kıdemli fotoğrafçısı Doug Mills, geçtiğimiz günlerde Pennsylvania Butler’daki bir mitingde, eski başkan Donald Trump’a düzenlenen saldırıya yalnızca birkaç metre mesafedeydi. Olay anını The Times’a verdiği röportajda detaylarıyla anlattı. Okurken içim ürperdi. Çünkü o anlattıkları, benim de her an başıma gelebilecek bir senaryoydu.
“Sıradan bir mitingdi,” diyor Mills. “Eski başkan gecikmişti, kalabalık hararetliydi, biz de her zamanki gibi en iyi kareyi yakalamanın peşindeydik.” Ta ki üç, dört patlama sesi duyulana kadar… Önce bir araba zannettiğini, sonra bunun silah sesi olduğunu anladığını söylüyor. Bu detay çok tanıdık geldi bana; biz fotoğrafçılar genellikle tehlikeyi ilk anda anlamayız, çünkü zihnimiz sürekli kadrajın içinde kaybolur.
Mills, sahneye koşan ajanları, keskin nişancıların bir anda belirip silahlarını doğrulttuğunu anlatıyor. Tüm bu kaosun ortasında ise o tarihi anı yakalıyor: Trump, yüzü kanlar içinde ayağa kalkıyor ve yumruğunu havaya kaldırıyor. O fotoğraf evet, Pulitzer ödülünü kazanan o kare— sadece bir görüntü değil; korkunun, direnişin, tarihin bir yansıması.
Doug Mills’in yaşadıkları, bana yıllardır içimde taşıdığım o sessiz soruyu yeniden sordurdu: Böyle bir anda ben ne yapardım? Kaçardım mı? Donup kalır mıydım? Yoksa deklanşöre basmayı başarır mıydım?
Bu tür sahnelerle karşılaşma ihtimali her zaman aklımın bir köşesinde. Fotoğrafçılık yalnızca teknik bilgi, iyi bir göz ya da doğru ekipmanla ilgili değil. Bazen bir kurşunla, bazen bir patlamayla sınanıyoruz. Ve Mills’in söylediği gibi: “Böyle bir durumda olmaktan hep korktum. Umarım doğru fotoğrafı çekerim. Umarım ben vurulmam.”
Bu cümle beni sarstı. Çünkü bu kadar yıllık tecrübesine rağmen hâlâ içinde taşıdığı o insani korku, benim de yüreğimde taşıdığım bir duygunun aynasıydı. Ama bir yandan da, o an geldiğinde kaçamayacağımı biliyorum. Çünkü bizim işimiz, o anı belgelemek. Tarihe bir tanık daha bırakmak.
Doug Mills’in çektiği o fotoğraf, sadece Trump’ın yumruğunu kaldırdığı bir an değil. O karede korku, kaos, insanlık ve tarih iç içe geçmiş durumda. Haber fotoğrafının gücü de burada yatıyor. Anlatılamayanı göstermek, kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerde gerçeği görünür kılmak.
Ben de bir gün, böylesine keskin bir anla karşılaşırsam deklanşöre basacağımı biliyorum. Çünkü bizler, sadece tanık değiliz; aynı zamanda hatırlatıcıyız. Unutulmaması gereken anların iz düşümüyüz.
Doug Mills’in o kareyi çektiği an, yalnızca Pulitzer ödülünü değil; tüm bir meslek onurunu taşıyor.
Ve belki bir gün, ben de…