Geçtiğimiz hafta İsrail (Gazze’de yaptıkları yetmezmiş gibi), İran’a karşı “önleyici” olarak tanımladığı ama her satırında verilmek istenen gözdağının açık olduğu türde kapsamlı bir hava saldırısı düzenledi. Bu saldırı, yalnızca füzeleri değil, diplomasinin kalan son kırıntılarını da hedef aldı. Zira bu saldırı -daha önce benim de bu köşede bazı detaylarıyla ele aldığım- Umman arabuluculuğunda yürütülen dolaylı görüşmelerin 6’ıncı turuna yalnızca 2 gün kala gerçekleşti. Ne var ki bir gecede, o zar zor, ite kaka inşa edilmiş bu diplomatik zemin akıl tutulması yaşayan, sorunlu, ilkel ve kötü bir “lider”in elinin değdiği her şey gibi yerle bir oldu.
Tarihin cilvesi mi, bilinmez; ama diplomasinin çöküşü hiç sessiz olmuyor. Şiddetle, kasti biçimde, bilinçli sabotajlarla yaşanıyor. Ve en acısı, bu çöküş artık bir tesadüf değil; çivisi çıkmış bir küresel düzenin hakimiyetinde hiçbir vasfı olmadan elini kolunu sallayarak siyaset yapabilenlerin tercihi…
Oysa modern diplomasi, tarihin binlerce yıllık çalkantısından süzülmüş, insanlığın en rafine kriz çözme aracıdır. Babil’den Bizans’a, Viyana Kongresi’nden Camp David’e kadar, savaşla diplomasi arasındaki ince çizgi asırlarca sayısız kez zorluklarla sınandı. Ancak diplomasi müessesi varoluş bakımından, hiçbir dönemde, üstelik sözüm ona “modern siyaset ve demokrasiden peyda kurumların” (!) blok blok arşa yükseldiği bu post-truth çağında, gayriciddi siyasi tutumlarla baş sanılan ayaklar altında bugünkü kadar hoyratça ve hınçla çiğnenmedi.
İsrail’in saldırısı bir istisna değil; diplomasinin “dirsek teması”nı umursamayan yeni liderlik anlayışının doğal sonucu. Rusya’nın Ukrayna işgalinde olduğu gibi: Masaya oturmayı sadece ateşkesin propagandası için kullanan, gerçekte askeri sahayı kazananın hukuku da dikte edeceğine inanan bir çağ bu.
ABD ise bahsettiğim modern siyaset ve diplomasi geleneğinin emsali ve taşıyıcısı olma iddiasından çoktan vazgeçmiş görünüyor. Başkan Trump’ın tüccar mantığı ve “çocuksu” diyemeyeceğim dürtüsellikteki bulanık, çirkin ve müstebit tutumları, oradan oraya savurduğu iddialar ve tehditler siyasetin sadece pratikte değil, bir olgu olarak onurunu, felsefesini ve misyonunu zedelemeye başladı. Şimdilerde Washington’un o meşhur ve kitaplarda örnek gösterilen diplomasisi, Pentagon’un gölgesinde, duyarsız ve zekâsız basit bir oyundan ibaret.
Mesele şu ki; bazı kimselerin yanmaz-yıkılmaz diye ulviyet yüklediği o kutsal “devlet aklı” giderek kişiselleşiyor. Netanyahu’nun iç politikada köşeye sıkıştıkça dışarıya saldırması, Putin’in bir ulus-devlet değil “tarihsel intikam” için savaşması, tehdit sözleri üzerine bestelenmiş ardı arkası kesilmeyen savaş tamtamları… Eğer benim her açıdan uzak olduğum bu bakış açısıyla bile değerlendirecek olursak tüm bu mevcut, mezkur siyasi krizleri; bunların hiç birinin değil yalnızca devlet, akılla hiçbir ilgisi alakası yok. Her gün gördüğümüz ve uzak-yakın olsun bize son teknoloji iletişim araçları ile nakledilen bu ucube düşmanlık ve harp şovları, psikolojisi ve zihniyeti sorunlu liderlerin uluslararası sistemi rehin aldığı bir diplomasi sonrası, “anti-diplomasi” çağının işaretçisi hep.
Oysa diplomasi, sadece barışı kurmak için değil, savaşın estetik sınırlarını da belirlemek için vardır. O sınırlar, o oto-kontrol, o çekince dahi artık yok. Gazze’de, Donetsk’te, Tahran’da gördüğümüz gibi… Müzakerelerin bile suikasta uğraması, her tür teknolojide dudak uçuklatacak seviyede gelişmiş dünyamızın yeni modası. Artık “savaşa rağmen diplomasi” değil, “diplomasiye rağmen savaş” dönemine girerek çağ kapatıp çağ açmayı amaçlıyor güçlü liderlerinin karanlık gölgesinde insanlığımız… (!)
Gördüğünüz üzere çok ilerledik çok dünyalılar; gayrı sığmayız daha bu cihana…
