Foto muhabirliği yalnızca görsel bir meslek değildir; aynı zamanda duygusal, zihinsel ve toplumsal bir meydan okumadır. Bu mesleği icra edenler çoğu zaman kaosun, şiddetin, ölümün ya da büyük kırılmaların merkezinde yer alır. Patlayan bombalar, panik içindeki insanlar, yükselen çığlıklar, polis müdahaleleri, savaşın en sıcak anları… İşte tam da bu noktada bir soru yükselir: Bir insan tüm bu kaosun içinde nasıl soğukkanlı kalabilir? Panik yaşayan bir ortamda, panik yaşamadan, hatta bunu bastırarak çalışmak ne demektir?
Foto muhabiri, sadece bir objektifin ardındaki göz değildir. O, aynı zamanda panik anında karar veren bir zihin, korkuyu bastırmaya çalışan bir beden ve aynı zamanda topluma tanıklık eden bir aktördür. Bu makalede, panik halinin foto muhabirliğini nasıl etkilediğini; psikolojik tepkiler, sosyolojik roller ve mesleki etik üzerinden detaylı şekilde ele alacağız.
Panik, beynin amigdala bölgesinde oluşan ani bir alarm durumudur. Bu durumda insan vücudu “savaş ya da kaç” mekanizmasını devreye sokar. Ancak bir foto muhabiri için bu refleks yeterli değildir. Çünkü üçüncü bir seçenek gerekir, kaçma ve kaydet.
Ölümle burun buruna gelinebilecek anlarda, makineye uzanmak, çerçeve kurmak, netlik yapmak ve deklanşöre basmak… Bunlar refleks değil, bilinçli tercihlerdir. İşte bu nedenle, foto muhabirlerinin stres altında karar verme yetenekleri, travmatik olaylar sırasında beyin aktiviteleri üzerine yapılan psikolojik araştırmalarla yakından ilişkilidir. Birçok muhabir, olay anında duygularını dondurduklarını, ancak olaydan sonra gecikmeli olarak panik, anksiyete ya da travma yaşadıklarını belirtir.
Birçok foto muhabiri, “o anı çekerken hiçbir şey hissetmedim, sonradan çöktüm” der. Bu durum, psikolojide disosiyasyon olarak adlandırılır. Kişi, yoğun stres anında kendini duygularından soyutlayarak görevine odaklanır. Bu savunma mekanizması, özellikle savaş ve felaket fotoğrafçılarında sık görülür.
Ama bu durum uzun vadede tehlikelidir. Sürekli disosiyatif durum yaşamak, kronik travma ve tükenmişlik sendromuna yol açabilir.
Foto muhabiri, toplumun göz tanığı mı yoksa soğukkanlı bir gözlemcisi mi? Sosyolojik olarak panik, bireysel değil toplumsal bir tepkidir. Bir topluluk ani bir tehdit algıladığında, kolektif hareket başlar, kaçış, çığlık, kaos. Bu anlarda toplumun geri kalanı savunma halindeyken, foto muhabiri tersine hareket eder. Kaosun içine girer, merkezde durur. Bu tavır, toplumsal normlara ters bir duruş sergiler.
Bu noktada foto muhabiri, iki toplumsal rolü aynı anda üstlenir. Bunlardan ilki tanıklık. Olayı belgeler, kamuoyunu bilgilendirir. İkincisi ise gözlemci olmak. Empatiden uzak durmaya çalışır, tarafsızlık ve mesafe sağlar.
Bu ikili rol, mesleğin en büyük sosyolojik çatışmasını doğurur. Çünkü bazen objektifi kaldırmak, yardım etmekten daha öncelikli bir görev haline gelir. Bu da muhabiri vicdanen ve toplumsal olarak sorgulayan bir kimliğe iter.
Panik ortamında fotoğraf çeken bir foto muhabiri, olay sonrası sıklıkla şu soruyla karşılaşır:
“O an orada nasıl bu kadar soğukkanlı olabildin?”
Bu soru, toplumun, korku ve duygu karşısında “hareketsiz kalmayı” ya da “kaydetmeyi” anormal bulduğunu gösterir. Ancak muhabir için mesele “soğukkanlılık” değil, tanıklık ve görev bilincidir. O an duygularını bastırmak, yardım edememek gibi etik çatışmalar yaşasa da mesleğin doğası bunu gerektirir.
Foto muhabiri, panik anında sadece fiziksel değil, etik kararlar da verir:
Yerde yatan yaralı birini mi çekecek, yoksa yardım mı edecek?Gözyaşı döken bir annenin yüzünü göstermek hak mı, mahremiyet ihlali mi?Polis müdahalesi sırasında objektifini hangi yöne çevirmeli?-Bu soruların hiçbirinin evrensel yanıtı yok. Ancak her biri panik anlarında karar verilmesi gereken, iç içe geçmiş psikolojik ve sosyolojik düğümler içerir.
Bazı anlar vardır ki, fotoğraf çekmek cesaret değil sorumsuzluk olabilir. Ama bazı anlar da vardır ki, o kare çekilmezse gerçekler unutulur, çarpıtılır veya hiç öğrenilemez.
2003 yılında, ABD’nin Irak işgali sırasında Bağdat’ta bulunan James Nachtwey, bombalama anında sarsıntı ve patlamalara rağmen pozisyonunu kaybetmedi. Panik haliyle değil, disiplinle hareket etti. O kareler, savaşın yıkıcılığını gözler önüne serdi ama aynı zamanda onun bedelini de ödedi. Travmalar, uykusuzluk ve sessizlikler.
1994 Ruanda katliamında çektiği karelerle dünyayı sarsan Yunghi Kim, çocukların cesetleri arasında çalışırken zamanın donduğunu söylüyor. Panik, korku ve suçlulukla iç içe geçen bir görev duygusunu taşıdığını, yıllar boyunca bunun izlerini zihninde taşıdığını ifade ediyor.
Foto muhabiri, olayların tanığı olduğu kadar, insan ruhunun sınırlarını da test eder. Panik, mesleğin doğasında vardır ama kararları yöneten şey panik değil; deneyim, sezgi, hazırlık ve görev bilincidir.
Foto muhabiri için mesele, panik anında kaçmak ya da kalmak değil; kalıp gözünü ve vicdanını açık tutabilmektir.
Panik anında soğukkanlı kalabilmek, duyguları bastırmak değil; duyguları doğru zamana saklamak sanatıdır. Çünkü bazen sadece bir kareyle, bütün bir toplumu sarsabilirsin. Ve o karenin değeri, deklanşöre ne zaman basıldığı kadar, hangi duygular bastırılarak basıldığıyla da ölçülür.
