Normal… Salt çoğunluğa göre değişen, değişken ama güvenli bir kavram. Doğru ya da yanlış olan değil, norma uygun olan. Çizgileri çoktan çekilmiş, her topluluk, düşünce veya halk tarafından belirlenmiş farklı normaller, belki de belli bir profil beklentisi. Dayatma mı? Ne münasebet, buranın normali bu…
Sistemi sorgulamak ve sanatın gücünü farklı kavramlar etrafında tanımlamak üzere yola çıkan Fotokolektif’in geleneksel proje geliştirme grubu sergileri bu kez “Normal”i ele aldı. Sanatseverler tarafından büyük ilgiyle karşılanan sergide sanatçılar kendi ‘Normal’ini kutularla ele aldı. Kutularsa insanoğlunun sınırlandıran alanları temsil ediyor.
Fotokolektif Danışmanı Burcu Aydın, proje geliştirme grubunun serginin konusunu belirleme sürecini şöyle anlattı; “Proje Geliştirme Grubu ile “Normal”in ne olduğu üzerinde farklı görüşler ve toplumsal normlar üzerinde beyin fırtınası gerçekleştirildi. Süreçte doğrular ve kabul gören değerler değiştikçe normlar ve buna bağlı olarak normal kavramının da değiştiği, çünkü normal dediğimiz kavramın doğru veya yanlıştan ziyade norma uygun olanın olduğu üzerinde konuşuldu. Evet, her ne kadar, kendimiz, özgür irademiz ile belirlediğimizi düşünsek de, çizgilerimiz toplum tarafından çekilmiş sınırlarla korunan kavramdır. Serginin “normal” ve sıradan bir sergi olmaması, üzerinde çalışılan işlerin enstalasyon ve nesnelerle imgeleştirmeyi kolaylaştırması açısından bize uygun bir alan oluşturdu”
Aydın, kendi çalışmasını ise şöyle anlattı; “Varoluşun hem normal hem anormal olduğunu düşünüyorum. Normal çünkü hayatın keşmekeşi içinde çok da fazla düşünmeden yaşayıp gidiyoruz. Anormal çünkü fikrimiz alınmadan gönderildiğimiz bir hayattan yine bilemediğimiz bir zamanda gideceğiz. Çalışmada kullandığım fotoğraflardaki çocuklar babaannemin kuzenleri, normal bir hayat yaşadılar ve hepsi öldü. Ardından varoluşun ne kadar anormal olduğunu sorgulamak bana düştü” Aydın, neden kutu kullanmadığını ise şöyle açıkladı “Varoluşu irdeleyen bir çalışmada, sınırları önceden belirlenmiş bir alanda çalışmak beni zihinsel olarak da engelleyebilirdi. Alanımın açık ve özgür olmasını istedim.”
Fotoğraf sanatçısı Aykut Fırat ise çağdaş sanata bir eleştiri mahiyetinde olan eserinden şöyle bahsetti; “21. yüzyılda yeni medyada oluşan akımlarla, özellikle romantizm sonrası klasizmden geçen çağdaş sanat anlayışıyla engin bir okyanus içinde hissetmeye başladım. Fakat sergide çağdaş sanat içerisinde çoklu disiplinlerin bir araya gelerek her türlü hazır buluntu ürünlerle birlikte kullanılması ile ortaya çıkan sunumlar kafamı karıştırıyor. Hem içindeyim hem dışındayım diyebilirim. Çağdaş sanata karşı çekince ve tereddütlerim var. Dolayısıyla esere yerleştirdiğim ve daha önce okumuş olduğum bir kitap olan ‘Çağdaş Sanatın Sahtekarlığı’ küratörler, galeriler, müzeler ve finans sahibi insanların kurduğu dörtgen içerisinde bazı şeylere sanat olarak çok yüksek değer biçilip satılmasıyla da alakalı. Özellikle Fluxuscular eserin üretilme aşamasını eserin sunum aşamasından önde tutuyorlar. Eserim de bu akım gibi, başlıyor, sürüyor ve devam edecek. Buraya gelenler bu kitabı alıp okuyabilecek ve tekrar yerine koyabilecek. Altındaki boş çerçeve de bunun bir sanat eseri olduğunu vurguluyor. Altındaki özel işlenmiş delikli aliminyum kaide taşıyıcı da 21. yüzyılı anlatan bir obje.”
Çalışmasında arkalarında eser bırakmaksızın hayatını sanat nesnesi olarak görüp bir noktada sonlandırmaya karar veren üç dadacı Jacques Vaché, Jacques Rigaut ve Arthur Cravan’ı işleyen Fotokolektif Danışmanlarından Bahar Karakaş “Dadaizmin başlangıcı sayılan isimler olduğunu söyleyebiliriz. Üçü de savaşı görmüş insanlar. Bu isimler tarihte, ‘intiharları sanata dahildi’ diye geçer. Bu dünyadan çıkış haklarını kullanıyorlar ve bunu sanatlarına dahil ediyorlar. Bir de bu düşünceyle bağlantılı olarak David Hume’nin İntihar Üzerine ve Diğer Denemeler kitabını ekledim. Modernizmden sonra dünya asla daha güzel bir yer değil zihniyetine vurgu yaptım. Bahsettiğim öznel değil toplumsal bir bunalım. Kartpostallar ölüm şekillerinin soyutlanması, kutunun fonundaki kolaj kendimi onların varlık ve düşünce şekliyle birleştirmemi ifade ediyor. İnsanlığın kötülüğüne diğer bir deyişle ‘normalliğine’ kırgın bu dehalar benim de hayata olan kırgınlığımı temsil ediyor” ifadelerini kullandı.
Veysi Özcan, normal adı altında her şeyi tarifi olan bir dünyada yaşadığımızı ve asla özgür olmadığımızı vurgulamak istediği eserinde kurtuluşun ‘cennet’ kavramında arandığının altını çizerek “Yaşadığımız yer, iş yerlerimiz, seyehat ettiğimiz alanlar; aslında hepsi bir küpün yüzleri. Sınırlandırılmış ve aynı. Öldükten sonra özgür olacağımızı düşünüyoruz ancak mezar taşlarımız bile birbiriyle aynı ve normlarla dolu. Bu durumda cennette yiyeceğimiz elmanın da buraya eklediğim üzere kare şeklinde olacağını düşünüyorum. Hayatımız boyunca normların dışına çıkamıyoruz ve öldükten sonra da çıkabileceğimiz şaibeli, bunu anlatmaya çalıştım” dedi.
Doğan İncesulu ise, geçmişten bu yana dönüşüm gösteren mahalle kültürüne vurgu yaptığı eserini şöyle anlattı; “Kentleşme sosyal ve kültürel yeni normaller yaratarak toplumu sıkıştırdı. Oluşturulan yeni tekdüze yaşam alanları ise orta sınıfa ideal yaşam biçimi olarak pazarlanıp yeni normal olarak tanımlandı. Bununla birlikte sosyal konutlarda zorla bir araya getirilmiş gibi duran ve birbirinden habersiz insanlar topluluğu oluştu. Gördüğünüz üzere hepsi perdelerine kadar birbirinin aynı. Bu yeni normalin hayatımızı nasıl etkilediğine vurgu yapmak istedim. Foucault’un da söylediği gibi, ‘Bir yerde herkes birbirine benziyorsa orada kimse yok demektir.”
Gülizar Özmen, ayrımcılığı işlediği eserinde, güncel olarak devam eden savaşa da vurgu yaparak güçlünün güçsüzü yok etmesine karşı bir duruş sergilediğini ifade ederek “Her birimiz farklı bir rengiz ama sonuçta herkes bir gün ölüyor ve eşitleniyor. Din, dil, ırk gibi kalıplardan çıkıp merhamet, sevgi, barış gibi evrensel diller kullanmamız gerekiyor. Burada özlem duyduğum şeyleri haykırmak istedim. Herkes kutunun içini kullanırken bense kutunun dışını kullandım. Kutunun içi dayatılmış olabilir ama ben bu şekilde kutunun ve ‘normal’in dışına taştım” diye konuştu.
Eray Tırpanlı ise Hindistan’ın normalini işlediği eserinde, bir başka normalin bize nasıl da anormal gelebileceğinin altını çizmek istediğini dile getirerek, “Hindistan’daki gündelik yaşam ve pratikleri üzerinden normalin değişkenliğine dikkat çekmek istedim” dedi.
Sergi ‘Normal’in dışını bir de Fotokolektif sanatçılarının perspektifinden görmek isteyen sanatseverler için 24 Aralık’a dek ziyarete açık olacak.