Ankara, içimizdeki o gayri resmi tarihi olmasa belki de bir beton yığınına dönüşüp bizi ağırlığına yenik düşürecek bir kent. Heykeller, anıtlar, köşe başları, uzun yürüyüşler; daima hissiyle anılan bu şehirde bir siluet tutunduğumuz. Garda yolu Ankara’ya düşenleri karşılayan; koskoca bir tarihe tanık ‘Miras’, hemen Gençlik Parkı’nda her sabaha doğan ‘Güneş’, oradan Abdi İpekçi’ye dek uzanan ‘Eller’, Yüksel’de her çağımızın eskimeyen mizanseni İnsan Hakları Anıtı, Olgunlar’ın ‘Madenci’si, hemen ilerde, Cinnah’ta dansları hiç bitmeyen ‘Balerinler’… Koskoca kolektif bir hafıza. Bugün Ankara köşemizde Ankara’nın siluetinin, belki de o ünlü Ankara duygusunun mimarı Metin Yurdanur’un Ostim’deki atölyesine misafir olduk. Ankara’yı ve umudu başta Ankara olmak üzere yurt geneline ve yurt dışına bıraktığı izleri ile tanınan heykeltıraş Metin Yurdanur’un ağzından dinledik. Yurdanur, heykellerini çocuklarından ayırmayan, ara sıra ziyaret edip bir şeye ihtiyaçları var mı diye kontrolünden geçiren bir heykeltıraş, ki en sevdiği eseri sorulunca da cevabı şu oluyor; “Her biri benden bir parça. On çocuk sahibi bir anneye sorulan hangisini daha çok seviyorsun sorusuna verilen cevap gibi, hepsini seviyorum. Ayırmak mümkün değil”
‘SANAT LAYIK OLDUĞU YERİ BULUR’Yurdanur, diğer çoğu sanatçı gibi tahsil yıllarında, ilkgençliğinde soluduğu o eski Ankara’nın özlemini duyuyor. Ankara’nın kültür ve sanat anlamında 1960’ların Ankara’sı olmadığını dile getiren Yurdanur, şunları söylüyor; “İstanbul’da opera ve bale yokken; konser salonu, çok sesli müzik yokken Ankara bunları her şeyiyle gerçekleştiriyordu. 1980 darbesiyle birlikte 2 milyonluk İstanbul 20 milyona evrildi ama bu evrim ne yazık ki çağdaş Başkent Ankara’yı köykent haline getirdi, köy kültürü gelip kente oturdu. Bu hususta söylenecek fazla bir şey yok. Diyebilirim ki sanat layık olduğu yeri bulur, istenmediği yeri terk eder.”
‘SANATÇILAR ÖRGÜTLENMELİ’Güncel kültür sanat faaliyetlerinin karanlıkta bir ışık gibi kaldığını ifade eden Yurdanur, “Günümüzde kültür sanat faaliyetleri çoğunluk tarafından hatta çok küçük bir azınlık tarafından bile izlenmediği gibi medyada da etkin olarak yer almıyor. Bu toplumun kültürel olarak zayıfladığının bir göstergesi. Biz sanatçılar üretiyoruz ancak karşımızda onu alacak bir kitle yok, o olmayınca bizim işimiz de oldukça zorlaşıyor. Sanat rehberdir, doğru ama bunu yaygınlaştırmak gerekiyor. Dolayısıyla sanatçıların da örgütlenmesinde yarar var diye düşünüyorum. Sanat bireysel bir iştir, sanatçı da bireysel emek üretir ama bir şekilde bir dayanışma içerisine girmeleri gerekir diye düşünüyorum. Bunun üzerine kafa yormak gerekiyor” diye konuşuyor.
‘HARCANMIŞ BİR KUŞAK’Geçtiğimiz günlerde atölyesini ziyarete gelen ortaokul ikinci sınıf öğrencilerini ağırladığını anlatan Yurdanur gözlemlerini şöyle kaydediyor; “Atölyeme yaptıkları ziyaretler sonucu yeni neslin kültür ve sanatla hiçbir ilgisinin olmadığını gördüm. 2000 yılından sonra dünyaya gelenlerin kültür ve sanatla hiçbir ilişkisi olmadıklarını düşünüyorum. Çünkü o yönde bir eğitim sürecinden geçmedikleri gibi medya silahının da yanlış kullanılmasıyla birlikte o çocuklar harcanmış bir kuşak olarak karşımızda duruyor. Çok özel bir eğitimden geçmedikleri sürece, ki bu da her çocuk için mümkün olmuyor, bu böyle devam edecek ne yazık ki.”
YURDANUR’DAN İZMİR SERGİSİ MÜJDESİMetin Yurdanur 2024 için kadın temasını çalışacağı İzmir sergisine hazırlandığını müjdeliyor ve şunları söylüyor, “Kadın evrensel bir tema. Her gün kadına yönelik şiddete yönelik haberlerle karşılaşıyoruz, ki bizim ülkemizde olmaması gereken şeyler. Benim çocukluk ve ilkgençlik dönemlerimde kadın el üstünde tutulup yüce ve kutsal görülürken günümüzde aşağılanıp horlanıyor. İzmir sergisi bunu kabullenmeyip protesto eden, bunun nedenleri üzerine kafa yoran bir sergi olacak. Çünkü yirmi bin yıldır yapılan heykellere dönüp baktığımızda kadın hep baş tacı, tanrıça veyahut egemen olmuştur. Yirmi birinci yüzyılda Türkiye’de kadının bu konuma getirilmesinin geri dünya görüşünün bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Yakın zamanda bunun örneklerini Afganistan ve İran’da gördük. İkisi de tarihsel bağımız olan ülkeler. Orta Asya’dan hareket ettiğimizde önce Afganistan, sonra İran üzerinden Anadolu’ya geldik; demek ki onları eğitemedik diye düşünüyorum. Çünkü Orta Asya’da kadın toplumun temeli sayılıp baş tacı edilir. Bunun günümüze yansıyışının toplumsal temellerine tarihçiler ve sosyologlar bakmak durumundalar. Özellikle Afganistan ve İran’dan söz ediyorum, diğer örneklerini söylemeye bile gerek yok.”
‘İNSANIN GENETİĞİNDE UMUT VARDIR’Yurdanur, her dalın kendine göre bir zorluğu ve sorumluluğu olduğunu, dolayısıyla kent heykelini izleyen milyonlarca gözün sanatçının sorumluluğu dahilinde öne çıktığını dile getiriyor ve şunları söylüyor, “Zaman zaman tahrip edilen heykeller oluyor. Kızmaya ve üzülmeye hiç gerek yok çünkü sanatçılar var oldukça, sanat ve hatta insanlık var oldukça daima yenileri üretilecek ve yerine daha iyileri konulacaktır. İnsanın genetiğinde umut vardır. Dört buçuk milyon yıl önce insansı bir yaratık olarak yeryüzünde görülmeye başlayan insan, neandertal olarak Orta Avrupa’da, daha sonra Doğu Afrika’da; altmış bin yıl önce ise konar göçer bir yaşamı benimseyerek beslenebileceği yerlerde görülüyor. Günümüzden tahmini sekiz bin yıl önce üretmeye başlıyor. Deneme yanılma yoluyla yıllar yılı keşfetme sürecine tabii bir şekilde üretimi öğreniyor. En temel hikayesinden bile çıkarabiliriz ki insan hep umudu olan, geleceği düşünen bir yaratık. Tarih hep ileriye gidiyor, dün yaşadığımızı bugün yaşayamıyoruz. Dolayısıyla umut hep vardır ve var olacaktır.”