Uzunca bir süredir ülkemizde yatırımları durduğunu, yabancı sermaye girişlerinde önemli oranda düşüş yaşandığını belirtiyoruz. Türkiye gibi, genç nüfusunun yoğun olduğu bir ülkede eğer devlet yatırım yapamıyorsa, yabancı yatırımların teşvik edilmesi gerektiğini, istihdama ve ihracata yönelik yatırımların süratle artması gerektiğine işaret ediyoruz.
Ülkemizde, genç nüfus olarak nitelendirilen 18-35 yaş arasındaki nüfus yüzde 60’lar düzeyine ulaşmış bulunuyor. Geniş tanımlı işsiz sayımız 8 milyon 671 bin kişiye ulaştı. Mevcut işsizlerimize ilave olarak her yıl 900 bin genç insanımız da bu rakama ekleniyor. Özellikle, evlilik yaşına gelmiş, eli iş tutan gençlerimiz dünya evine girmek, biran önce aile yaşantısını kurarak emeklilik günlerinin hayalini kuruyor. Ama ne yazık ki, bugün yaşadığımız olumsuz şartlar, pek çok gencimizin hayali ülke dışına gitmek ve orada bir hayat kurmak üzerine şekilleniyor.
Ülkemize gelen yabancı kaynakların önemli bir kesimi, rant yatırımlarına yönelik. Yani, bina yapalım, satalım, elde ettiğimiz karla Türkiye’den çıkalım mantığı üzerine kurulu. Bunun dışında bir takım açıkgözlerin yatırım hevesi ise mevcut tesislerimizi ucuza kapatıp üzerine “çökmek” şeklinde. Yani ülkemizin menfaati için yatırım hevesli yabancı yatırımcı ülkemize uğramıyor.
Biz ülke olarak neden böyle bir duruma düştük. Elbette bunun bir açıklaması olmalı diye biz düşünmedik ama Dünya Bankası bizim adımıza düşündü ve bir araştırma gerçekleştirdi. Dünya Bankası, Türkiye’nin 2003-2008 yılları arasında gerçekleşen yatırım atağı dönemini değerlendirilecek nitelikte buldu ve bu dönemi kapsayan bir çalışma gerçekleştirdi.
Küresel Ekonomik Beklentiler Raporu’nun detaylarında yer alan çalışmada Türkiye, aynı tip yatırım atağı dönemleri yaşayan 10 farklı ülke ile birlikte ele alındı.
Raporda Türkiye ekonomisinin 2003-2008 döneminde yatırımların yüzde 14.3 gibi rekor hızda artmasını nasıl sağladığı, atılan adımlar, ders niteliğinde ortaya konuldu. Raporda, ülkelerin yatırım atağı yaşamasından önce genelde iki tip politika adımı atıldığına dikkat çekildi. Buna göre, Makroekonomik istikrar ve yapısal sorunlara yönelik reformlar öncelikli olarak değerlendirildi.
Türkiye’nin 2003-2008 döneminde bir yatırım atağı dönemi yaşadığı vurgulanan raporda, dönem dışı yatırım artışının ortalamasının yüzde 4.6 olduğu belirtildi. 2003-2008 döneminde Türkiye’de üretim artışının yıllık yüzde 6’ya ulaştığını belirten Dünya Bankası, bu dönem dışı ortalamanın sadece yüzde 3.7 olduğuna dikkat çekti.
2003-2008 döneminde Türkiye’de tüm dengelerin düzeldiği, enflasyonun ciddi oranda gerilediği, hem kamu hem de özel yatırımların aynı seviyede arttığı da vurgulanan veriler arasında. Dünya Bankası çalışmasında, “ net kredi büyümesi ve net sermaye girişi üç kattan fazla arttı. Bu büyüme, Türkiye’nin söz konusu dönemde üst-orta gelir seviyesine ulaşmasını sağladı” ifadesine yer verildi.
Raporda bu yatırım atağının Türkiye tarafından nasıl gerçekleştirildiği analiz edilirken ülkemizde 2000’li yılların başında yapılan politik reformlara global ekonomideki uygun şartların eşlik ettiği belirtildi. Bu noktada atılan temel makroekonomik reform adımlarına işaret edilen raporda, “2000- 2001 ekonomik krizine tepki olarak uygulanan önlemlerle mali disiplin sağlandı, Merkez Bankası bağımsız bir kurum haline geldi” denildi.
Raporda daha sonra şu görüşlere yer verildi:
“Sonuç düşük faiz oranları ve daha yüksek ekonomik büyüme ile verimli bir dezenflasyon döngüsü oldu. İşletmelerin yeniden yapılandırılması, özelleştirmeler, iş ortamındaki iyileştirmeler, ticaretin ve işgücü piyasasının serbestleşmesi, bankacılık sektörünün kapsamlı reformu atılan önemli adımlar arasında yer aldı. Bunun sonucu hem krediye erişim hem de doğrudan yabancı yatırım girişleri iyileştirildi” denildi.
Evet, Dünya Bankası’nın bu tespitlerine katılmamak mümkün değil. Türkiye 2003-2008 yılları arasında gerçek anlamda bir sıçrama yaptı. O günlerden bu yana neler yapıldı da bugün, o günlerimizi arar hale geldik? İşte cevaplanması gereken soru tamda bu.
Biz 2003-2008 yılları arasında ne yaptıysak bugün tam olarak onların tersini yaptığımız ve uygulamaya koyduğumuz için sıkıntı içine düştük. O günlerde devleti yöneten liyakatlı kadrolar ne yazık ki, bugün devlet yönetimden uzaklaştırıldı. Ekonominin bir bilim olduğu unutuldu ve ekonomi bilimi dışında ne yapılması gerekiyorsa onlar yapıldı. Sonra ne mi oldu?
İşte sonuç ortada.