Aynalı dolap

Akşama doğru cam önündeki morlu pembeli menekşelerin gün batımını hissetmesiyle yapraklarının güçleri yettiğince göğe doğru uzandığı, büyüklerin bu durumu:
“bak kızım çiçekler bile duaya durdu.” Diyerek örnek gösterdikleri geçmiş zamanların birinde, evlerin kutsal eşyalarındandı şu bizim aynalı dolap…
Ceviz ağacından yapılma; masif, yan yana dizelenmiş demirden kulpları olan, küçük küçük üç tane çekmecesi ve sırtını duvara yaslamış pırıl pırıl aynasıyla, pek gariban ama bir o kadar mağrur aynalı dolap, çoğu evin en baş köşesinde yerini alırdı. Şimdi olduğu gibi bu işler fabrikada falan görülmez, ağaç ve cila kokusunun burna işlediği marangoz atölyelerinde el işçiliği ile meydana getirilirdi. En özenlisinden el yapımıydı işçiliği. Kaplamalar, lake ve formikalar sonraki icatlardı. Ne kaplama ne de polyesterdi malzemesi. Açık seçik mertçe adam gibi ağaçtı; hilesizce. “Hilesizce ve mertçe” kelâmını “adam gibi” sıfatına yakıştırmak da geçmişe atıf günümüze de ince bir gönderme ögesi olur mu bilinmez ama hafiften bir dokundurmak da gerekir en mühim değerlerin yitip gitmesine.
O tarihler rakamsal olarak çok da geride kalmış değil aslında, olsa olsa otuz kırk yıl öncesinden bahsedilmekte. Acaba çok geride kalan ve özlemini duyduğumuz şeylerin tümü insana ve insanda olması elzem niteliklere mi dair o da ayrı düşünülesi. Eşya işin bahanesi. Sosyal ve ahlâkî değerler bir bir yok olup gitmeye başladı ise gözler önünden; kaybettiğimiz değerlere de ah edip yanışımız mı bu durum iç çeke çeke? Yoksa eski aynalı dolabın çekmecesinde mi unuttuk bize iyi gelen onca hasleti?
Evi kasvetlendiren bir koyuluğu olurdu ceviz mobilyanın. O dönemler kasvet denmezdi, ağır bir renk, oturaklı, sağlam ve bir o kadar dayanıklı olarak değerlendirilirdi. Öğlen güneşi hele de yaz mevsiminde eşyaya vurmasın, rengini soldurmasın diye düşünülmüş olacak ki acele güneşlikler çekilirdi tüllerin altına. Üstüne de saten perdeler tabi. Bir de halılar! Onlar en mühimiydi eşya tabiatının. Güneşi görüp rengi solmasın, iki günde eski gibi olmasın diye o kalın güneşlikler sıkı sıkı kapatılırdı yaz gelince. Çünkü kolay değildi eşya sahibi olmak.
O kıymetli pilili perdeler ve çiçek desenli naylon tüller. Alüminyum kornişlere onca perdeyi takmak ne eziyetti! Güneşlik tül ve perde. Gerek var mıydı onca merasime? Maksat cama örtü germek değil miydi? Şimdilerde olduğu gibi uyduruktan bir store neyine yetmezdi?… Olmazdı merasimsiz çünkü betonu ve demiri yuva yapan kadınların tapınaklarıydı o evler ve gözleri gibi baktıkları evlerinin eşyalarıydı. Özenle ütülenirken tüller perdeler eve yayılan temizlik ve disiplin kokusu. Disiplinin kokusu mu olur? Tüller ve perdeler ütüleniyorsa eğer o evde iyi bir idarî yönetim vardır. Eşyalar dizili hayat nizâmidir. Her şeyin saati, yaşamınsa bir usûlü vardır. Jilet gibi pantolon ütüleri, kolalı önlük yakaları ve evde boyanmış gıcır gıcır ayakkabıların, balkon iplerine gerile gerile asılmış sakız gibi beyaz çarşafların disipline olmuş ve olacak hayatların düzene dair göstergesiydi. Çekmecelerin içine kenarları antika yapılmış, ince uç oyayla çevrelenmiş sakız gibi patiska örtüler serilmiş. Belli ki evin hanımı titiz. Aslında evcimen. Eskiden her şeyi evi, kocası ve çocukları olan; dünyası o yuvadan ibaret olan annelerin masalını yazmalı ucundan kıyısından. İşte aynalı dolap bu açıdan bakıldığında uzunca bir zaman diliminde tarihe tanıklık etmiş kültür objelerinden biridir.
Gel zaman git zaman hiç büyümeyecek hep çocuk kalacak denilen o çocuklar yuvadan bir bir uçar. Büyüklere emri hak vâkî olur, babaların bazıları erkenden ayrılır bu dünyadan. Her ölüm erken ölümdür dese de Can Yücel en erken sizin babanız ölmüştür, ateş düştüğü yeri kül edip bırakmıştır. Herkes bir bir gitse de aynalı dolap yerinde durur. O ne sessizliktir! O ne sabır! Dünya yerle bir olsa o sessizliğini korur. Ah sevgili aynalı bir dile gelsen de konuşsan. Seni sigara dumanına boğan babamı bana yeni baştan anlatsan! Bayramlarda gelen misafirleri, her fotoğrafı seninle çektirdiğimiz onca yaşgünlerini, çekmecene sakladığımız kırık dökük karneleri ve annemin kıymetli gümüş şekerliğini bir anlatsan. Sen bir anlatsan dinleyen bin ağlasa. Lâkin kim dinler seni ve ağlayanın gözyaşını kim siler ki ? İyisi mi senle ben susalım aynalı dolap susalım…