Beyaz atlı prensini arayan nevrotik bir prenses… Genç yaşta ömrünü bir erkeğe ipotek etmiş intihara abone domestik bir hayalci… Hayatı boyunca dünyayı kurtarmaya soyunmuş, son kullanma tarihi bir yıl sonra dolacak rahmiyle ‘genetik sorumluluğunu’ nasıl gerçekleştireceğini bilmeyen ekolojik bir anarşist… Ankara Devlet Tiyatroları tarafından yeni sezonda sahnelenen ‘Kadınlar, Filler ve Saireler’ oyunu, aynı binada oturan bu üç kadının hikayesini işliyor. Üç ayrı kuşaktan üç farklı kadının başlarındaki musibetleri bunca doğru ve güncel analiz edebilen yazar Yunus Emre Gümüş ile hayatın akışında savrulan bu kadınların trajikomik varoluş mücadelesini konu alan ‘Kadınlar Filler ve Saireler’i konuştuk.
Gümüş’ün bu oyunu yazma hikayesi İstanbul’da freelance çalıştığı dönemde, aynı okuldan mezun olduğu üç oyuncu arkadaşının bir kadın oyunu arayışı içinde olduğu 2013 yılına denk geliyor. İzlandalı bir yazarın tek kişilik oyununu üç kişilik olarak yeniden düzenleme fikriyle başlayan süreç, Gümüş’ün bunun yeni bir oyun yazmaktan daha meşakkatli bir süreç olduğunu fark ederek güncel ve özgün bir hikâye kurma önerisiyle devam ediyor. Gümüş’ün coşkulu bir beyin fırtınası sonrasında kısa sürede tamamladığı oyun, Kadıköy’de 50 kişilik alternatif bir tiyatro mekânında seyirciyle buluşuyor. Oyundaki fil metaforu ise kadınların hikayelerine odaklandıkça kendiliğinden gelişiyor. Süreç içerisinde fillerin yaşadıklarını hatırlayan, duygusal canlılar olması, kadınların hatırlamak ve unutmamak üzerinden hayatla kurdukları ilişkinin güçlü bir temsili haline geliyor. Oyundaki kadınlar unutamamakla lanetlendiklerini düşünüyorlar. Bu bağlamda kendilerini yaşadıklarını unutmayan, sosyal ve duygusal canlılar olan fillerle özdeşleştiriyorlar. Geçmişte yaşadıkları travmalar bugünü ve yarını ıskalamalarına neden oluyor. İronik bir şekilde acılarını yarıştırmaları ve sonunda ortak acıların paydaşları olduklarını fark edip bir dayanışma içine girmeleriyle son buluyor.
Gümüş, sık karşılaşmıyor olduğumuz saire kavramına ise şöyle açıklık getiriyor, “Aslında vesaire olarak kullanımı günlük dilde çok yaygın. Oyunun sadece kadınlar ve fillerle değil onları etkileyen daha birçok farklı şeyle ilişkili olduğunu vurgulamak için ‘diğer şeyler’ anlamında bir kullanım söz konusu. Merak uyandıran bir kelime oyunu olmasının yanında bu kavramı kadınlar, filler ve hayatla ilgili diğer şeyler anlamında kullandım.”
‘OYUN YAZARLIĞI, HER ŞEYDEN ÖNCE İMGELEM İŞÇİLİĞİDİR’Kadınların sorunlarını bunca doğru ve güncel analiz edebilmiş bu oyunun yazarını izleyici çoğu zaman bir kadın olarak tezahür ediyor. Oyunda üç farklı çağdan ayrılık, yalnızlık ve çocuk gibi üç temel sorunla uğraşan kadın görüyoruz; haliyle tüm kadın izleyiciler karakterlerin en az birinde kendini buluyor. Bir erkek olarak bunca gözlemi neye borçlu olduğunu sorduğumuzda ise Gümüş, şunları söylüyor, “Bu oyunun yazarının bir erkek olması oynandığı her dönemde izleyicide bir şaşkınlık yarattı. Kimi zaman objektif bir açıdan yaklaştığım için tebrik edilirken kimi zaman da erkek bir yazar olarak kadınların sorunlarına değinen bir oyun yazdığım için sert eleştirilerle karşılaştım. Ben bir politikacı değil bir yazarım, bu nedenle sanatın bu tür sınırlamalardan azade olduğunu düşünüyorum. Aksi taktirde tüm polisiye romanları katillerin ya da polislerin, tüm bilimkurguları uzaylıların yazması gerekirdi. Ayrıca Bell Hooks’un dediği gibi “feminizm herkes içindir” ve erkeklerin çoğu için ataerkil erkek olmak gerçekten çok zordur.
Oyunculara bir role nasıl hazırlandıkları sorulduğunda uzun süre karakterinin temsil ettiği toplumsal sınıfın içinde gözlem yaptıklarını söylerler. Kadınlar dünya insan nüfusunun neredeyse yarısını temsil eden bir grup, dolayısıyla ben de doğduğumdan beri kadınların içinde yaşıyorum. Çocukluktan beri bu konuda algım hep açıktı. Duygusal anlamda içimde hep bir kadın olduğunu söylesem yanlış olmaz sanırım. Annemin dışında halalar, teyzeler, yengeler, kadınlarla dolu bir evde, onların hikayeleriyle büyüdüm. Belki de bu yüzden kadın karakter yazmak, dramatik bir malzemenin ihtiyaç duyduğu çelişki ve çatışmaları daha fazla barındırdığından, her zaman daha cazip geliyor bana.
Bunun yanında yazarlık, hele de oyun yazarlığı, her şeyden önce imgelem işçiliğidir. Deneyimleriniz, hayata bakışınız, düşünceleriniz, gözlemleriniz, hatta pişmanlıklarınız bu imgelem gücünün kalitesini belirleyen şeyler. Marcos’a ait bir deyişi biraz değiştirerek ifade edecek olursam “Birisi parmağıyla size güneşi gösterdiğinde kimileri parmağa, kimileri güneşe, bazıları da parmakla güneş arasında uçan kuşu bakarlar. İşte o kuşa bakanlar yazarlardır”
‘ANKARA DT’NİN PRODÜKSİYONU METNİN RUHUNU ÇOK İYİ YANSITIYOR’‘Kadınlar, Filler ve Saireler’ ilk olarak 2013 yılında Kadıköy Sanat Tiyatrosu’nda ‘Tiyatro 3’ tarafından, daha sonra 2016 yılında BKM’de Özen Yula yönetiminde Vahide Perçin, Yasemin Conka ve Açelya Topaloğlu’ndan oluşan bir kadroyla sahneleniyor. Oyunun bir temsili de, Ankara DT’deki oyunun yönetmeni olan Doç. Dr. Sibel Erdenk yönetiminde ‘Lider Yaratıcı Katılımcılar Derneği Tiyatro Topluluğu’ tarafından Kemik İliği Transplantasyon ve Onkoloji Merkezi Kurma ve Geliştirme Vakfı (KİTVAK) yararına sahneleniyor. Ayrıca sonraki yıllarda Alanya Belediye Tiyatrosu ve Karma Sahne tarafından sahneleniyor. 2024 yılı itibarıyla da yine Doç. Dr. Sibel Erdenk rejisiyle Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenmeye başlıyor. Oyun, böylelikle profesyonel olarak beş farklı tiyatro tarafından sahnelenmiş oluyor. Gümüş, oyunun farklı temsilleri için şunları söylüyor;
“Her bir prodüksiyon farklı bir yorum ve bakış açısıyla yazdığım hikâyeyi binlerce insanla paylaşmama aracılık ettiği için benim çok kıymetli. Şu an Küçük Tiyatro’da Sibel Erdenk’in yaratıcı rejisiyle oynanması kuşkusuz benim için hem büyük bir gurur hem de büyük bir heyecan. Çünkü Sibel hocam benim kariyerimde yazdığım ilk oyunun da yönetmeni aynı zamanda. 2006 yılında, henüz ikinci sınıf dramatik yazarlık öğrencisiyken, Suat Taşer kısa oyun yazma yarışmasında sahnelenmeye değer oyun ödülünü kazanan ‘Bardakçı Baba’ oyunumu muhteşem bir rejiyle sahneye taşıyarak benim yazarlık kariyerimde parlak bir ışık yakmıştı. Ben hala o ışığın aydınlığıyla yürüyorum diyebilirim. Çünkü o günden beri bir şekilde her yıl düzenli olarak ‘sahnelenmeye değer’ en az bir oyun yazmaya çalıştım. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun birbirinden yetenekli oyuncuları, Neyra Kayabaşı, Filiz Demiralp, Gül Öz ve Gizem Koçer’in sahnedeki performansları harika. Sibel Erdenk metinden yola çıkarak yepyeni bir dünya yaratmış. Bir tarafıyla gotik, bir tarafıyla rengarenk bir evren yaratan Erdenk kadınların iç içe geçen hayatlarının karanlık olmasına rağmen bir tarafıyla umutlu hikayelerini sahnede ete kemiğe büründürmüş. Bu anlamda kara komedi olarak tanımladığım oyun için çok doğru bir reji tercihi olmuş. Danslar, şarkılar ve hareket düzeniyle Ankara DT’nin prodüksiyonu metnin ruhunu çok iyi yansıtan bir iş olmuş diyebilirim.
Ayrıca oyunun dekor tasarımını yapan Özge Şenol ve kostüm tasarımını yapan Berna Yavuz muhteşem bir iş çıkarmış Devlet tiyatrolarının son dönemdeki repertuar seçimi, çarpıcı prodüksiyonları dikkat çekici. Umut verici bu değişim beni bir tiyatro akademisyeni, bir yazar ve en çok da bir seyirci olarak heyecanlandırıyor. Bunun bir parçası olmak gurur verici.”
‘HİKAYELERİ DİLİME OTURAN ŞEKLİYLE ANLATMAYI TERCİH EDİYORUM’Gümüş, kendini hiçbir tür ve biçimle sınırlandırmadığını dile getirerek şöyle konuşuyor, “Güzel Sanatlar Fakültesi benim ikinci üniversitemdi. Bu nedenle yapmak istediğim şeyden çok emin başladım tiyatro serüvenime. Kuşkusuz belirli bir üslubun oluşması uzun yıllara yayılan bir süreç. Farklı türlerde yazmayı denesem de genellikle komedi oyunları kaleme aldım. Son dönemde kara komedi denilebilecek bir ara türde yazmaktan çok keyif alıyorum. Bu benim de kişisel olarak dünyayı kavrayışımın bir ifadesi çünkü. Yine de kendimi hiçbir tür ve biçimle sınırlandırmamaya çalışarak anlatmak istediğim hikayeleri dilime en oturan şekilde anlatmayı tercih ediyorum. Son dönemde anlatı ve performansın iç içe geçtiği, çağdaş sahneleme biçimlerine olanak tanıyan, bir tarafıyla absürd bir tarafıyla can alıcı bir gerçekçiliği içinde barındıran ve tema ne olursa olsun meseleye biraz tersten yaklaşan işler yazmaktan keyif alıyorum. Bir yazar sürekli kendini yenileyen bir bakış açısına sahip olursa asla eskimez diye düşünüyorum. Martı’da Treplev’in dediği gibi “Yeni biçimlere gereksinim var. Yeni biçimler bulunamıyorsa eğer, hiçbir şey olmasın daha iyi.”
EKOLOJİK ANARŞİST: POSTMODERN BİR PROMETHEUSFavori karakterim ‘ekolojik anarşist’i yazarken ilhamının neler olduğunu sormadan edemiyorum. Gümüş, şöyle anlatıyor; “Aslında tamamen hayali bir karakter. Fakat kurguladığınız tüm hayali karakterler o zamana kadar tanıdığınız insanlardan izler taşıyor şüphesiz. Bu anlamda herhangi bir ideal uğruna konfor alanından vazgeçen herkes ilham kaynağım oldu diyebilirim. Söz konusu karakter acımasız bir dünyada duyarlılığı ve hassasiyetiyle yalnızlaşmış bir kadın. Uyumsuzluk, umutsuzluk ve yalnızlık bu üç kadının ortak kaderi. Kadın erkek çağımızın insanlarının bir tezahürü bu. Bu nedenle kadınların birer özel isimleri yok, 1. Kadın, 2. Kadın, 3. Kadın olarak anılıyorlar metinde. Namı-ı diğer ‘ekolojik anarşist’ kadını, toplumsal çeşitliliği ifade etmesi açısından marjinal bir karakter olarak tasarladım. Yine de bu topraklara yabancı biri değil, boynuna yüklenen genetik sorumluluğun altında ezilmiş bir kadın. Dünyayı değiştirmek için kendini ihmal etmiş, postmodern bir Prometheus temsili aslında.”
‘DOĞRU ZAMAN DOĞRU İNSAN DENKLEMİNE İNANIYORUM’Masada ve sahne ağzında bekleyen projeleri olduğunu ekleyen Gümüş şunları söylüyor, “Beni de çok heyecanlandıran birkaç proje zamanını bekliyor. İstanbul dışında bağımsız bir yazar olarak çalışmak yazdığınız her oyunun hemen seyirciyle buluşmasını engelliyor ama ben bu işlerde doğru zaman doğru insan denklemine çok inanıyorum. O zaman gelene kadar da heybeyi dolduruyorum diyebilirim.”
![](https://oyunforumu.com.tr/wp-content/uploads/2024/03/7000-10000-4007-12feba6c-ddc8-40a8-80f8-480f52d3654c-kopyasi-0AILK2-675x440.jpeg)