İstanbul Kadıköy’de bir pazar kalabalığın göbeğinde, herkesin gözleri önünde, elinde kaykayı 14 yaşındaki Mattia Ahmet Minguzzi, akranları tarafından bıçaklandı ve yerde yaralı yatarken tekmelendi. Ne bir serseri kurşun, ne de kazara olan bir şeydi bu. Kastı, kini, niyeti olan bir cinayetti. Gündüz vakti üstelik çocuklarca işlenen, sanki hiçbir şey olmamış gibi ertesi gün sokakların olağan akışıyla devam ettiği bir vahşet. Ve geçtiğimiz gün bu cinayetin davası görülmeye başlandı.
Hadise başlı başına korkunç değilmiş gibi, mahkeme salonuna varmadan kamuoyunun içini daha da burkan, insanı dehşete sürükleyen başka gelişmeler yaşandı. Minguzzi’nin ailesi açıkça tehdit edildi. Oğullarının mezarı davanın görüleceği gün saldırıya uğradı. Dolayısıyla, bütün vahametiyle bu artık yalnızca bir adalet davası değil, toplumun akıl sağlığına yazılmış bir rapor, memlekette var olduğu iddia edilen kanunların vasfını göreceğimiz büyük bir sınav niteliği de taşıyacak, kuşkusuz…
Ben hukukçu değilim; mesele karar vericileri ve kanun yapanları dosdoğru ilgilendiriyor. Sadece dümdüz bir vatandaş olarak, böyle elim bir olayda faillerin “çocuk olmasının” cezai sorumluluktan muaf tutulmalarını gerektirmediği kanısındayım. Türk Ceza Kanunu’nun 31. maddesine göre; 12-15 yaş grubundaki çocuklar, eylemlerinin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeterliliğine sahipseler ve bu yeterlilikleri mahkemece tespit edilirse, cezai sorumlulukları vardır. Yani “çocuk” diye her suçtan muafiyet olmaz. Suçun ağırlığı, failin kastı, topluma yönelik tehdit oluşturma hali gibi unsurlar dikkate alınarak, mahkemeler bu çocuklara üst sınırdan hapis cezası verebilir; vermelidir.
Zaten şöyle bir duralım, düşünelim.. Sadece “ergen öfkesi” ya da “akran çatışması” ile açıklanabilecek gibi mi bu olay? Elbette değil. Bu, köküne kadar çürümüş bir sistemin, sahipsizliğin, sevgisizliğin, dört yanımızdaki şiddet romantizminin ve hukuk boşluğunun ürünü. Bu çocuklar yalnızca birer fail değil, aynı zamanda içine doğdukları vahşi düzenin ve ilgisizlikle örülmüş sosyal çerçevenin eli kanlı neticeleri.
Minguzzi cinayetinin failleri bilinçli ve planlı şekilde cinayet işledi, yaralıyken tekmeleyerek eziyet etti. Olaydan sonra aileye yapılan aleni tehditler ve mezar tahribatlarıyla suç zinciri sürdürüldü. Bu öyle basit bir öfke patlaması değil; tamamen psikopatlıkla bağıntılı son derece organize ve sistematik bir kötülük. Bu çocukların suçla olan ilişkisi anlık bir hatadan, “suça itilmişliklerinden” değil, çok sistematik ve mesnetli bir çürümüşlükten besleniyor.
Rehabilitasyon mu? Davulun sesi kulağa hoş gelir… Sokaklarda kılıçla, bıçakla gezip cana kastetmekten en ufak çekincesi, korkusu olamayan, yetmeyip öldürdüğü çocuğun mezarına saldırabilen “profillerin” ruhsal rehabilitasyonla topluma kazandırılabileceğine dair inanç, bahsettiğim çürümüşlük içinde artık romantik saflığın da ötesinde bir safsata. Burada rastladığımız bireysel arızalar değil, organize kötülük. Böylesi bir durumda, şiddet, istismar, çeteleşme kapısı olmuş ıslah evlerinin mucize yaratmayacağı gün gibi ortada. Bu çocuklar orada, topluma kazandırılması, düzelmesi mümkün olmayan bütün kötülük potansiyelleriyle suç ağlarının yeni halkaları hâline geliyor anca. Mağdurun, kurbanın değil; failin lehine çalışan çürük çarık bir düzende, “topluma kazandırmak” adına serbest bırakılan her fail, yarın başka canlara mal oluyor. Başka hayatlar, parlak gelecekler sönüyor isim koyamadığım, toplumdan bir ömür izole edilmesi gereken bu zararlılar, bu suç makinesi olmuş mahlukatlar yüzünden.
Üstelik çocukların suça karışma oranları yıllardır artarken, hâlâ bu artışı bireysel olaylarla açıklamak, devleti suçlulara seyirci kılmaktır. Konuya dair veriler açık; her yıl on binlerce çocuk ya suça karışıyor ya da suçun mağduru oluyor. Bu tabloyu sadece “çocuk bunlar” zannıyla geçiştirmek ve bu hususta gerekli önlemleri almamak toplumun geleceğine ihanet etmektir.
14 yaşındaki Mattia’yı öldürüp tekme atan akranları ve mezarını tahrip edenler aslında bu toplumun vicdanını, inançlarını yırtıp parçalamıştır. Burada toplumun vicdanını ve adalete olan inancı onarmanın ilk adımı, suça karşı kararlı, net ve caydırıcı bir hukuki duruştur. Bu dava sadece Minguzzi’nin değil, bu ülkede sokakta yürüme hakkı, hayal kurma hakkı ve yaşama hakkı gasp edilen tüm çocukların, tüm gençlerin, tüm vatandaşların davasıdır. Fail ve sorumlular, hukuki çerçevede en ağır şekilde cezalandırılıncaya dek, bu dava “artık yeter” diyen hepimizin aklı ve vicdanında görülmeye devam edecektir.
