Nazım Hikmet’in Gülhane Parkı’nda ceviz ağacına dönüşmesine öykünmek olmaz Ankara’da. Korku yok ki hatıraları arasında. Serde efelik var ne de olsa. Olgunlar’da Madenci Anıtı olursun, cilası bozuk koyu sohbeti meşhur, eski bir tahta masa olursun yahut Aylak’ta gri beyaz kedi olursun da ceviz ağacı olmazsın Ankara’da.
Şahsına münhasırdır, ağaçlı bulvarları ve caddeleri şarkı söyletir insana ara sıra. Farkında olmadan biriktirip yeri geldiğinde şiir yazdırır bu kent. İster yâr farketsin isterse polis! Dedim ya korkumuz yok ki tırmanalım ilk bulduğumuz ağaca. En fazla anahtar ucuyla gövdesine çizeceğimiz kalp ve sevdiğimizle aşkın baş harfleri buluşur Kuğulu parkta ve tam da o bankta…
Elinde birkaç felsefe çiçeğiyle Mülkiyeliler’in önünden geçerken yüzünde iplemez bir gülümseme belirir insanın. O esnada umuttur Yüksel caddesinin ilk adı. “ Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler! “
Görülmekle eksilmeyen güzel günler ve gökyüzü. Güneş yıldızlar doğa… Tıpkı vermekle eksilmeyecek Tanrı imajı gibi. Milyarca insanın ve canlının gökyüzünden azaltamadığı her ne ise bir türlü paylaşamadığı da aynı şey midir acaba? “ güzel günler.”…
Bu sene temmuz tam istediğim ayarda, çocukluğumdan kalma gündüzün kuru sıcağı ve şahane akşam esintileri. Kuş cıvıltısını bastıran insan uğultusu, havuzun hiç değişmeyen sesli su şıkırtısı, caddeden geçen arabalardan yükselen müzikler ve külah hamurunun pişerken dondurmacılardan yaydığı yanık vanilya kokusu.
Çok özlediğim epeyce geçmişte kalmış birden bire karşılaşınca sarılasıya sevindiğim eski bir tanıdığım gibi bu yaz. Vefasıza kucak açılan, hiç dönmeyecek yolcunun, “belki” durağında gözetlendiği safîyâne yıllar epeyce geride kalabildi nihayet. Meğer ne uzun zaman alırmış insanın pişmesi ve ömrünü tamamlamış bir gül gibi usulca yitip gitmesi.
Bu düşünceler omuzundan kulağına fısıldar insanın. Duygu dünyasına yük olmaktan çıkıp cılız birer fısıltıya dönüştüğü andır hayatın öğrenilmiş olduğu zaman dilimi …
Limonlu vanilyalı ballı bademli dondurmalar bitti lâkin gönlüm hâlâ vişnelide. Hep olur sanki. İlla bir yerlerde kalır insanın gönlü tıpkı çocukken komşu bahçesine kaçan topu almak için tırmandığımız duvardaki çiviye takılan eşofmanımız gibi… İki eksik bir fazla sonuç hep elde kalandır yani bir.
Bestekar cıvıl cıvıl ama derin bir sakinlik istiyor gönül ve Ankara’nın yaz akşamına en çok yakıştırdığım Tunus Caddesine doğru evriliyor gece.
Hâl hatır sorar gibi
Yadigâr bir dostu bekler gibi
Yârenim diye seslenen sevinçli aşık gibi
Uzaklarda çok uzaklarda birini özler gibi…
Şiirlere gebe bir akşamın son yudumlarını yine Ankara’ya yazıp usulca hoşça kal ülkeme dönüyorum…