Bir Ankara Edebiyatı: Beklemeye dair…

Kızılay’ın keşmekeşinden kurtulup Bakanlıklar yönünde yürürken Kavaklıdere’yi bulduğum vakit biraz durup Turgut Uyar’ın tavsiyesine uyup göğe bakarım muhakkak. Hani der ki şiirde: “Durma göğe bakalım!” Mutasavvıflar da: “ göğsünüz daralınca gökyüzüne bakın, orada bin türlü iyi ihtimaller bulunur.” Demişler. Aklın yolu bir dedikleri bu olsa gerek. Hepimizin her zaman beklediği onca iyi ihtimal var. Olması muhtemelden bir türlü kendine yer bulup ortaya çıkamayan, ümit edip beklemekten başka çaresi olmayan ne çok mutluluk var kimbilir…İki yer arasındaki mesafe çok az olsa da Tunus caddesinin bulutları sanki daha özgürmüş gibi gelir bana. Bulut dediğinin tutsağı olmaz ki zaten özgürdür gökyüzü diye düşünülür ama kimi bulutlar o kadar uzaktaki fark edemiyor insan ne halde olduklarını. En ulaşılmaz yerde en yüksekte o vakur duruşun özgürlüğü sorgulanır mı hiç? İşte bu yüzden Tunus caddesinde daha bir ferahmış ve daha sonsuzmuş gibi gökyüzü. Ruhun mantığı yoktur, yönü de.O büyük , iki yanı ağaçlı yolun sahibi olan göğsü geniş insanları çağırıştıran Cinnah caddesinde kar yağarken Kuğulu’ya doğru yürüdünüz mü hiç? İşte o yol da özgürlüğün başka bir tarifi benim için. Hissiyatım hiç sıkılmıyor bu kentten, bir başkalık var Ankara’da bir türlü baş kaldıramadığım. Onca özgürlük nârası atarken sessiz kaldığım. Halbuki insan kenti kaybetmez olsa olsa kenttir insanı kaybeden o zaman nedir bu bendeki Ankara’ya hep sakin kalıp her daim alttan alış hali? Babam gibi sözünü dinlediğim, bıkmadan yolunu beklediğim, elbet gelecek dediğim ve sözünde durup beni fazla bekletmeden vaktinde gelir bildiğim memleketim. Belki de bu yüzdendir sana düşkünlüğüm. Beklemek demişken kar yağmadı bu kış Ankara’ya. Epey bekletti ama yağmıyor bir türlü. Ya yağacak omuz bulamadı ya da aşıkların yol ayrımına küstü. Oysa ne çok sevilirdi kar yağarken sevilenler, adını unuturdu dünyanın sevenler, sevdiğini beklerken… Hafifçe serpiştirdi sadece birkaç kez pudra şekeri misali, devamı gelmedi. Çocukken avuturlarmış bizi “kırmızı kar yağsın alacağım istediğin o rugan ayakkabıyı.” Diye.Aklı ermezlik ne tuhaf şey o yaşta inanmıştım kırmızı bir kar yağışının çatılardaki kiremitleri ışıldatacağına. Ayakkabıyı aldılar ama kar hiç kırmızı yağmadı Ankara’ya. Ben aslında kar yağışını değil buğulanan camın ardından o yağışı beklemeyi sevmiştim.. Beklemekten ağaç oldum deyimi sadece Gülhane Parkında sevgilisini beklerken polis görünce ağaca tırmanıp dalına saklanan Nazım Hikmet için değildir elbet. “ Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında Ne sen bunun farkındasın Ne de polis farkında.” Kimse fark etmeden ne çok beklemiştir kimbilir Nazım… Beklerken vakit de geçmezmiş. Ankara parklarında pek ceviz ağacı yok. Köknar, ladin biraz kestane bazen çam ve çınar birkaç çeşit de çiçek veren ağaçlar. Kavak da var ama ah o polenleri yok mu sırf bu yüzden çoğu kavak ağacı yok edildi. Botanik Parkının florası ve peyzajını hep sevmişimdir. Şimdi mevsim kış tüm dallar kupkuru, baharı bekliyorlar taze yeşil yapraklara bürünmek için. Banklar aşıkları bekliyor sevdanın baş harfleri için. Havuzda kuğular eski akordeon sesini bekliyor elbet birgün buluşacağız şarkısını dinlemek için. Gece sabahı, gün ayı bekliyor, demek ki evrenin kuralı beklemek…Ankara’ının Olgunlar sokağındaki ağaçlı yolda birini beklemeden ömrünü geçiren kaldı mı Ankara’da? Madenci Anıtının arkasındaki bankta beklenir bazen. Bazen İnsan Hakları Heykelinin tam karşısındayım denir. İhtimallerin en büyüğü Mülkiyeliler’in ikinci katıdır ya da az ilerideki Fikrim’dir buluşma yeri. Aklını fikrini birbiriyle bozanların o meşhur kavuşma yeri. Her masa bizim köşe ve her köşe bizim için, bizce makûl. Gelecek olan seviliyorsa telefonla aramadan beklenir ama bir ayrı sevilenler vardır ki onlar Hacı Yolu bekler gibi beklenir. Bu deyimi eskiler çok kullanırdı şimdi bizim kuşak kullanır mı bilemem ama Ankara’da Hacı Yolu adında bir sokak var. Kentin eski asil semtlerinden Küçükesat’la Seyran Bağları tarafında sakin bir sokaktır Hacı Yolu. Sokakta eski bakkal belki de kırk yıllıktır. Babası ömrünü bırakmış oğlu epeyce yaş almış, muhtardan daha bilgilidir tarihi esnaf Ankara’nın geçmiş sokaklarında…Bülbülderesi’ne pareleldir Hacı Yolu. Bülbülderesi demişken eski popülizmini yitirse de o ağaçlı ve sakin geniş caddede kendi halinde yürümek iyi gelir insana. Kendi kendine ve kendiyle iyi geçinenler için müthiş bir huzur ve içe dönme halidir bu. Kış günü üşür insan baharda yürümeli diyip beklemeye mahkum etmemeli kendini. Üşürse eller; eldiveni vardır çantasında, evde mi unuttun eldivenleri; iki yanda ceplerin var ve az ileride bol tarçınlı salep içme ihtimalin çok yüksek. Gramofonlu, plaklı, eski ciltli kitaplı, küçük tahta masalı, kollu sandalyeli, minderli tabureli dekoru olan duygusal bir mekan mutlak bulunur Ankara’nın bir yerinde. Belki bir kuzine. üstünde mavi emaye çaydanlık içinde ıhlamur, duvarlarında birkaç şiir ve kapı önünde sarı beyaz kediyle beklenir yine o en iyi ihtimaller. Beklediğin o kar yağışının gelme ihtimali, sevdiğin birinin ansızın karşına çıkma ihtimali, elinden tutup yeniden selamlaşma ihtimali ve bu kentin her seveni bağrına basma ihtimali var çünkü burası Ankara. Kar küsmüşse bahar yağmurlarını bekleİçin ayaza kesmişse yaz güneşini bekleŞimdi unutuldum dediysen hatırlanacağın günleri bekle. Elbette , elbet bir gün diyip bekle çünkü burası Ankara…