Bir diplomatın gözyaşları, dünyanın suskunluğunu yırtmaya yeter mi? Bu hafta Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi toplantısında, Filistin Daimi Gözlemcisi Riyad Mansour’un masaya yumruğunu vururken ağlaması, sadece kişisel bir kırılma anı değil, aslında küresel siyasetin aldatıcı yaldızlarının döküldüğü bir çaresizlik anıydı. Zira Mansour, sadece bir diplomat değil; Nakba ile Batı Şeria’dan ABD’ye göç etmiş bir ailenin evladı olarak, hem kişisel hem de kolektif acının simgesi olarak New York’taki BM binasında, insanlığın en karanlık sayfalarından birini dünyanın gözüne sokmaya çalışıyordu o esnada. Bir oğul, bir kardeş, bir mülteci çocuğu olarak ömrünü diplomasiye vermiş bu kariyerde bir adam, artık halkına yapılan zulmü, insanlık dışı muameleyi açıklamaya kelimeleri yetmediğinde, o salonda gözyaşlarına tutundu. Çünkü mevcut halde her dakika Gazze’de insanlar, çocuklar açlıktan ölüyor, anneler kucaklarındaki evlatlarının cansız bedenleriyle konuşuyor, hastaneler artık yalnızca morg, su yok, elektrik yok, umut yok ve dünya dönmeye devam ediyor..! Utanmamak mümkün mü, insanlığımızdan?Gazze’de yaşanan artık savaş falan değil; topyekûn bir yok etme operasyonu. Sivil nüfusun cezalandırılması, bir halkın sistematik biçimde açlığa ve ölüme mahkûm edilmesi. Alenen soykırım! BM Orta Doğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Sigrid Kaag’ın sözleri, bu mezalimin keskin yüzünü gösteriyor; çünkü Gazze’de insanlar artık birbiriyle “yarın görüşürüz” diye değil, “cennette görüşürüz” diyerek vedalaşıyor. Netanyahu yönetimindeki İsrail hükümeti, her şeyi “terörle mücadele” etiketiyle paketliyor. Diplomasi, bu sahnede sadece seyirci. Uluslararası toplum ateşkesi sağlayamıyor, insani yardımı sokamıyor, müzakereleri ilerletemiyor. Artık nereye gitseniz rastlayacağınız bir avuç ahlaki değerlerden bihaber siyasi elitin küresel çıkar oyunları, insan onurunun önüne geçmiş durumda.Ve bu halde tek suçlu Netanyahu değil artık. Küresel sistemin tüm mekanizmaları, cılız sesleriyle, gönülsüz çıkışlarıyla bugüne kadar Netanyahu’yu durdurmaya yetmedi, BM’nin kararları mı? Veto edilir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yakalama kararları mı? Kağıt üzerinde kalır, canı çekmeyen tanımaz. Batılı güçler mi? Onlar hâlâ “İsrail’in güvenlik hakkı” ezberini sakız gibi çiğnemekle meşgul. İsrail’in arkasında duran askeri, ekonomik, diplomatik şemsiyeler kaldırılmadıkça, uluslararası hukuk da ahlaki çağrılar da havada asılı kalacak.Bir siyaset bilimci olarak, şu gerçeği yazmak zorundayım: Uluslararası düzenin kurumları, bu kadar güç diline kulak kesilmiş durumdayken, Filistin için artık güvenli bir kalkan değil! Gazze’deki bu kolektif cinayeti durdurmak için samimi bir adım atmıyorsa, Filistinlilerin maruz kaldığı bu kötülükten mesul olanlar uluslararası hukuk tarafından etkin biçimde cezalandırılmıyorsa bizler kimin vicdanına sesleneceğiz?Diğer yandan, uluslararası hukuk, bir gün bu suçların hesabını soracak mı? Yoksa bugünün sessizliği, yarının kalıcı cezasızlık zeminini mi döşüyor? Gazze’nin çocukları hesaplı kitaplı siyasi manevraların kurbanı olup ölmeye devam ederken, dünya İsrail’i yalnız bırakmadığı sürece, bu soruların cevabı her gün biraz daha kararıyor.
Gazze için, Filistin için, adalet için konuşmak artık ahlaki bir görev değil, insanlık onurunun ve diplomatlığa içkin haysiyetin son kırıntısı. Ve Mansour’un gözyaşları ve masaya vurduğu yumruğu şimdiki küresel düzende bu kırıntının son parçası gibi görünüyor…
Siyasi çıkarların, stratejik hesapların önüne geçmeyen bir dünya düzeni, Gazze’de süren bu trajediden ders alamayacaktır. Uluslararası toplum, bu sessizliği kırmalı; İsrail’in etnik temizlik planlarına karşı kararlı duruş sergilemeli, Filistin halkının haklarını savunmalıdır. Yoksa sorumlu olan herkesin suskunluğu ve gamsızlığını yargılayacak bir tarih daima var olacak.
