Mersin Ticaret Borsası Başkanı Abdullah Özdemir, Resmi Gazete’de yayımlanmış bir karar hakkında halkı şöyle müjdeliyor: “Artık orijinal limon suyu ve sosları tüketeceğiz. Tüketicilerimiz, kimyasallar ihtiva etmeyen, yanlış algı oluşturan ve sağlık yönüyle riskli ürünler yerine, çiftçilerimizin büyük emek harcadığı ve alın teri döktüğü orijinal limon kullanılarak üretilen ürünleri tüketecekler.”
Normalde olması gereken şekilde yapılmayıp, sonrasında vatandaşa bir lütufmuş, birileri halk sağlığını önemsiyormuş gibi gösterilmeye çalışılan bu acıklı müjdenin kaynağı; Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yılbaşından hemen önce Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği’nde yaptığı ve 2025’le beraber yürürlüğe giren bir değişiklik.
Yönetmelikteki bu değişiklik kapsamında; artık limon aroması, az miktarda limon suyu veya limon konsantresi ile diğer katkılı bileşenler kullanılarak üretilen limon sosu vb. ürünlerin üretimi yasaklandı.
Güney kıyılarında ayak bastığınız yerde narenciye biten, iklimi, toprağı ve bütün coğrafyasıyla tarımsal koşullara fazlaca elverişli bir Akdeniz ülkesinde insanın okuyunca içini acıtan satırlar bunlar… Kaldı ki çok uzak olmayan bir zamanda malı satılmıyor diye kilolarca, tonlarca ürününü, limonunu atan çiftçileri hatırlayınca…
Hafıza sorunu olmayan biri için Türkiye’nin tarım ve gıda konusunda süregelen kabahatleri bol. Çok değil, daha 2025 Ocak ayına girmeden Avrupa kapısından aflatoksin barındırdığı gerekçesiyle geri dönen Antep fıstıkları ve kuru incirler gündeme oturmuştu. Öyle ki altı da pek dolu bir iddiayla -son zamanlarda malum “Dubai Çikolatası” furyasının da destek ve katkılarıyla- bu aflatoksinli Antep fıstıklarının vatandaşa bir güzel yedirildiği öne sürülmüştü.
Üstünden yıllar geçti belki; ama eski ve merhum Sanayi ve Ticaret Bakanımız Cahit Aral’ın Çernobil faciası sonrası Karadeniz’de yayılan radyasyondan etkilenen Türk çayı için kameralar karşısında ele güne karşı çayını hüplete hüplete içerken diğer yandan “Türkiye’de radyasyon var diyen dinsizdir” gibi demeçler (fetva?!) verişi Türkiye’nin makus siyasi tarihine kazındı. Aynı vakitler, yine eski ve merhum Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Başbakanı Turgut Özal ikilisi arasında Çernobilli Türk çaylarının şaka malzemesi olması da bunun yalnızca makus siyasi tarihimize değil, siyasi talihimize de kazılı bir fecaat olduğunun göstergesiydi aslında…
Memlekette dokunsanız bin ah işittiğiniz herkes, hep Türkiye’de “böyle gelmiş böyle gider”likten yakınır. Doğrudur; lakin hiç kimse de bir şeyleri, yanlış olanı değiştirmek için elini taşın altına koymaz. Herkes sorumluluğu bir başkasına atar. Ülkede gıda güvenliği konusu da her geçen yıl birikerek çoğalan sıkıntılarla bin beter hale gelirken, gördüğümüz aymazlık ve şuursuzluk manzarası yine aynı boyutta, aynı seyirde devam ediyor.
Bir malumat olarak Türkiye’de üretilen tarım mallarının en iyisinin, 1. sınıfının Avrupa ülkelerine ihraç edildiği, kalanların ve sıkıntılı ürünlerin ise çoğunlukla vatandaşa pazarlandığı, tüketime sunulduğu söylenegelir hep. Bu yazıda bahsettiğim tüm günümüz koşulları ışığında hadi gelin şimdi hep beraber düşünelim, sorgulayalım. Epeydir sıkı gıda prosedürleri ve kontrolcülüğü ile bilinen Avrupa’ya bile çekincesizce aflatoksinli, pestisit kokteyline bulanmış tarım ürünlerini ihraç etmekten, hatta ürünleri bu yüzden gümrükten dönünce bile başını bükmek yerine ellerini ovuşturan bir ülke, kendi vatandaşına n’eyler?.. Vatandaşlarına ne yedirir?.. Halkını nasıl doyurur?..
İyi hafta sonları…