Bu yılın bütçesi ilk olarak 4 trilyon 470 milyar lira gider, 3 trilyon 810 milyar lira gelirle bağlanmıştı. Yani ilk etapta 660 milyar 901 milyon liralık bir açık söz konusuydu. Bütçede 566 milyar liralık bir de faiz ödemesi yer alıyordu.
Derken 6 şubat büyük depremini yaşadık. Zaten dünya kadar açıkla bağlanan bütçe bu kez deprem yıkımına da uğradı. İki yakanın bir araya gelmesi için bu kez Temmuz ayında ek bütçe meclise geldi. Ek bütçe ile, 1 trilyon 119 milyar 514 milyon lira daha 2023 yılı bütçesine eklendi. Hemen hemen yüzde 25 oranındaki artış ile hükümet elini bir parça daha rahatlatmıştı.
Ancak bu bütçeyi çevirecek kaynak eldeki mevcutlara bakıldığında ne yazık ki yoktu. Hükümet bunun üzerine kaynak arayışına çıktı. Üç oradan beş buradan derken çarklar yavaş yavaş dönmeye başladı. Ama unutulan bir şey vardı. O da “borç yiyen kesesinden yer” sözünde olduğu gibi bu borçların bir karşılığı olmadığıydı.
Evet, ülkemiz hiç olmadığı kadar büyük bir borç ve bu borçlardan kaynaklanan faiz yükü altında. Ülkemiz, Ağustos ayı sonu itibariyle 2 trilyon 62 milyar lirası iç, 3 trilyon 880 milyar liralık bir borç yükü altında.
Bu borçlar içinde yer alan iç borçlarımızın 1.6 trilyonluk kısmı sabit faizli, 737 milyarlık kısmı değişken faizli, 436 milyarlık kısmı ise TÜFE’ye endeksli.
Dış borçlarımızın 2 trilyon 669 milyar liralık kısmı sabit faizli, kalan kısmı değişken faizli. Ülkemizin tepesine binen bu borç stokunun 3 trilyonluk kısmını kısa vadeli hazine bonosu oluşturuyor. 2 trilyon 756 milyarlık kısmı ise devlet tahvilinden oluşuyor. Uluslararası tahvil ve kredi borçlarımızda azımsanacak gibi değil.
Türkiye geçtiğimiz yıl 400 milyar liraya yakın iç ve dış borç ödemesi, 275 milyar lirada faiz ödemesi gerçekleştirdi. Bu yıl için bütçeye konan faiz ödemesi ise 566 milyar lira. Tabii evdeki hesap çarşıya uyarsa..
Ülkemiz gerçekten çok ağır bir borç stoğu altında eziliyor. Ekonomide yapılan ciddi yanlışlar ve hataların bir sonucu bu. Borçsuz devlet yok. Dünyanın en ağır borç yükünü çeken ülkeler arasında Amerika Birleşik Devletleri ilk sırada yer alıyor. Ama ABD bu borçlarını çevirebilecek bir ekonomik potansiyele sahip. Tüm dünya ülkelerini, parasıyla istediği an teslim alabilecek bir güce sahip.
Ancak ülkemizin böyle bir özgürlüğü yok. Yazımızın girişinde bütçemize ilişkin gelir ve gider rakamlarına yer verdik. Baştan itibaren büyük bir bütçe açığımız var. Ne yazık ki bu açık azalacağı yerde sürekli artıyor.
Borç alınarak çevrilen bir ekonominin sağlıklı olduğunu söylemek mümkün değildir. Dönemin ekonomiden sorumlu bakanı Babacan, borçların arttığına ilişkin bir soruya “borçlar çevrilebildiği sürece sıkıntı yaratmaz” şeklindeki cevabı halen kulaklarımızdadır. O günlerden, bu günlere geldik.
Kamunun net borç stokunun milli gelire oranı yüzde 17.1 seviyesinde. AB tanımlı genel yönetim borç stokunun milli gelire oranı ise yüzde 31.2 olarak hesaplanıyor.
Dolar cinsinden ülkemizin brüt dış borç stoku 475 milyar dolar. Milli gelire oranı yüzde 49, net dış borç stokumuz ise 225 milyar dolar, bunun milli gelire oranı ise yüzde 26.3.
İster lira, ister dolar cinsinden hesaplayın borç stokumuz ekonomiyi iyice ısıtıyor ve çarkların dönüş hazını kesiyor.
Borç karşılığı elimizden çıkardığımız, ülkemizin değerlerinden burada bahsetmek istemiyoruz. Ama, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren gerçekleştirilen tüm zenginliklerimizi “özelleştirme” adı altında sata sata bitiremedik. Artık, yaptıklarımızdan öte, elimizde kalan dağlarımızı, nehirlerimizi, denizlerimizi, sahillerimizi, ektiğimiz toprakları ve neredeyse soluduğumuz havayı satmak zorunda kaldık.
Rahmetli Süleyman Demirel, borçlandığımız her dolar karşılığında “borç yiğidin kamçısıdır” derdi. Rahmetli babamda onu dinledikçe “ayağını yorganına göre uzat” derdi. İşte, el kesesinde yaptığımız hovardalığın faturası tek tek önümüze konuyor. 14-28 Mayıs seçimlerinin faturası 1 trilyon 350 milyar lira olmuştu. Bakalım, önümüzdeki yerel yönetim seçimlerinde kesenin ağzı daha ne kadar açılacak. Tabii kesenin ağzı yırtılmadıysa!