Bu Kadın Kanser de Olur Ülser de…

Bir kadın tanıdığımın kanser olduğu haberi geldi, oysa daha yaşı 50 bile değil. Şifalar dilerken bir ortak arkadaşımızdan dinlediğim geçmiş travmasını düşünmeden edemedim. Kendinden büyük ağabeyiyle, hayli zengin bir ailenin iki çocuğuymuşlar. Ataerkil ailenin ayrımcılığına rağmen sevdiği abisiyle iyi bir ilişkileri varmış. Ta ki kadın daha yirmili yaşlarındayken, bir trafik kazasında, ağabeyiyle beraber içinde olduğu arabadan ağabey ölü, kendisi sağ halde çıkana kadar… Ve annesinin kaza sonucunda sözleri : ‘Keşke ağabeyin yerine sen ölseydin.’… Ne söylenilir ne düşünülür veya ne yazılır ki bu cümlenin üzerine. Annesinden bu cümleyi duyan bir kadın kanser de olur ülser de. Seni doğuran insanın yüzüne bunu söylemesi, en az yanı başında can veren ağabeyin acısı kadar yakmaz mı bir insanın içini? Hayatta yapayalnız hissettirmez mi? Hiç kimsesi yokmuş, o kadar zenginliğin içinde hiçbir şeyi yokmuş gibi savunmasız ve çaresiz olduğunu düşündürmez mi? Şimdi kanserle boğuşan o kadının neden üç çocuk doğurduğunu anlayabiliriz belki de. Bir çocuğun koşulsuz sevgisinde sağaltılmak isteyen, buna ekmek gibi, su gibi ihtiyacı olan bir ruh var belki de karşımızda. İlk çocuk büyüdüğünde ikinci çocuk, o biraz büyüdüğünde üçüncü çocuğun koşulsuz sevgisi lazım onun hırpalanmış ruhuna… Ve çocukları için çok iyi anne olma çabasında olduğu kadar, muhtemelen hiç affetmeyeceği ama ona çok kırgın olduğunu bile yine muhtemelen hiç söyleyemediği kendi annesiyle ilişkisinden çok farklı bir anne-çocuk ilişkisi inşa etme umudu… İnsanlar tek çocuğa bile yetişemediğimiz bu zamanda kendilerini bunalıma teslim etmemek için belki de üst üste çocuk sahibi oluyorlar. Her yeni doğan çocukla her şeye yeniden başlayabilme şansına sahip oluyoruz, belki de bu umut iyileştiriyor geçmişteki büyük travmaları. Fakat neden kız çocuğunun oğlan çocuğuyla aynı haklara sahip olduğuna inanamıyor en sevdiklerimizin bile beyinleri? Bir anne neden oğluyla kızını birbiriyle aynı değerde iki birey olarak göremez? En temel hakkımız olan yaşama hakkı bile neden oğlan çocuğunun daha fazla hak ettiği bir şeymiş gibi görünür her şeyimiz olan ailelerimize? Belki de zengin ailelerin çoğunda ataerkil baskı çok daha yüksek. Oğlan çocuk doğurmuş olmanın gururu bir gelinin aile içindeki değerini artırıcı bir şey olarak görülüyorsa, ilk çocuğunu kız doğuran gelinler zengin ailede bile bir tık ezik hissediyorsa, biz mücadelenin neresinden başlayacağız? Rahmetli Mustafa Koç’un iki kızından sonra Ali Koç’un da bir kızı olmuştu. Ali Koç’un 2. Çocuğu oğlan doğunca gazeteler şöyle başlık attılar: “Koç ailesinin veliahdı geldi.” Bu gazeteler şaka mı yapıyordu? Rahmi Koç’un ilk üç kız torununun bu kadar değersiz ve hayat yolunda beceriksiz olacağına nasıl bu kadar emindiler? Neden Koç ailesinin veliahdı bu üç kızdan birisi değil de daha dünyaya gözünü yeni açmış bir bebek oluyordu herkesin gözünde? Güzelim Dede Korkut Hikayelerinde bir gün Bayındır Han yerinden doğrulur, bir yere ak çadır, bir yere kızıl çadır, bir yere kara çadır kurdurur. Oğlu olanı ak çadıra, kızı olanı kızıl çadıra, oğlu veya kızı olmayanı kara çadıra koyar. Fakat kara çadır bir aşağılama yeridir; oraya alınanların altına kara kilim serilir, önüne kara koyun yahnisi konulur. Şimdiki bakış açımızla kara kilimin gayet estetik, kara koyun yahnisinin ak koyun yahnisiyle aynı lezzette olması gerektiğini düşünürsek burada bir ceza bulamayız belki ama çoğu ceza simgeseldir. En değerli çadırın yine ak çadır olduğu, çok sevdiğimiz Bayındır Han’ın bile kendince ayrımcılık yaptığını inkâr edebilir miyiz? Şu an kanserle mücadele eden kadın tanıdığım, aslında çok daha zor dertlerle mücadele etmiş olmalı geçmiş hayatında. Dilerim öz annesinin bir kadını yiyip bitirici cümlesi karşısında yıkılmayıp üç çocuk büyütmüş yüreği kanser sıkıntısıyla da başa çıkar.