Çocuklarımız üzerinden yaşadığımız politikalara her gün bir yenisi ekleniyor. Bizler çocuklarımız okullarına karnı aç gidiyor, beslenme çantalarına yiyecek bir lokma ekmek koyabilen aileler kendilerini şanslı sayıyorlar derken, okulların fiziki koşulları ise tam bir perişanlık sergiliyor. Okulların belki dış cepheleri sıvalı ama, içleri adeta dökülüyor. Veliler, okul tuvaletlerini temizliyorlar. Çocukların temel ihtiyaçlarını görecekleri sağlıklı fiziki koşullar “maddi imkansızlıklar gerekçesiyle” sağlanamıyor. Milli eğitime en yüksek bütçenin verildiği savunuluyor ama, yaşadıklarımız maalesef böyle. Bunlar Ankara’nın göbeğindeki okullardan tespitlerimiz. Diğer illerimizde durumun bundan çok daha fena olduğunu gazetelere yansıyan haberlerden görüyoruz.Çocuklarımız böylesine ağır koşullar altında eğitim görürken, şimdi de STK’larla (!) yapılan protokollerle, saçılan milyonlarca liralardan bahsediliyor. Yapılan protokollerin sayısı net olarak bilinmiyor. Hangi sözde STK ile, imza altına alınan protokolle neleri kapsadığını da bilemiyoruz.Camide namaz kıldırması gereken imamlar çocuklarımıza moral ve motivasyon adı altında dersliklerde telkinlerde bulunuyorlar. İlkokullar bir yana, iş artık ana okulu seviyesine kadar indirilmiş durumda. Okullarımızda binlerce öğretmenin verebileceği din ve ahlak dersleri, çeşitli süslü lafların ardına gizlenmiş protokollerle, eğitim formasyonu olmayan şahıslara yaptırılıyor olması tam bir bitişi gösteriyor. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmayı ibretle izledik. Yaptığı işlere, yasal kılıflar uydurmak için o kadar büyük bir zorlama içindeydi ki, kendi bile savunmakta zorluk çekti. Verdikleri eğitim ve arkasına aldığı desteklerle iyi bir iş yaptığını savunan bakan, 15 Temmuz’da yaşadıklarımızı unutmuş gibiydi. Bu ülke 15 Temmuz kalkışması gibi ağır tecrübe yaşadı. Ama, görülüyor ki, o tarihten bu yana yaşadıklarımız unutulmuş, yeni tarikatlara -pardon STK’lara- kucak açılmış dert üstü murat üstü yaşayıp gidiyoruz.Adının başında “MİLLİ” olan iki bakanlığımız var. Biri Milli Eğitim Bakanlığı, bir diğeri ise Milli Savunma Bakanlığı. Bunların dışında başında Milli kelimesi olan başka bir bakanlığımız yok. Bu iki bakanlığımızın politikaları, yaptıkları ve yapacakları işler ülkenin milli bütünlüğüne zarar verecek şekilde olamaz. Bu iki bakanlığımızın politikaları Anayasa çerçevesi ile belirlenmiştir. Eğitimin nasıl olması gerektiği de Anayasa’mızda belirlenmiştir. Bu çerçeve, Bakan Yusuf Tekin’in keyfine göre değiştirilemez. Milli Eğitim Bakanı’nın yapması gereken, okullara aç giden çocukların karnını doyuracak çareleri üretmek, bu çocuklara, sağlıklı eğitim görecekleri fiziki koşulları sağlanmış okullar sağlamak olmalıdır. Atanmaya binlerce öğretmen bir kenarda bekletilirken, okullara cami imamlarını getirmek, onlara içeriği belli olmayan dersler verdirmek Milli Eğitimin konusu dışındadır. Ankara’da, Çukurambar’da bir caminin önüne asılmış koca bir tabela gördüm geçtiğimiz günlerde. Tabelada “4-6 yaş çocukları için tam gün Kuran-ı Kerim kursları başlamıştır” yazılmıştı. Allah aşkına, 4-6 yaş grubunda çişini bile tutamayan bir çocuk, daha doğru dürüst Türkçe konuşup, derdini bile anlatamazken, Arapça öğrenip, Kuran-ı Kerim’i nasıl okuyacaktır gerçekten çok merak ediyorum. Kaldı ki, yaz aylarında okul çağındaki çocuklara böylesi eğitimler verilerken, 4-6 yaş grubundaki çocuklara “tam gün Kuran-ı Kerim Kursu” vermekte ki amaç nedir? Böyle yaparak, dindar bir nesil yetiştirmeniz mümkün değildir. Dindar bir nesil yetiştirmek istiyorsanız, Kuran-ı Kerim’in gösterdiği yoldan ayrılmadan, gerçek Müslümanlığı yaşayarak yapabilirsiniz. Atatürk’ün Kastamonu’da ki konuşmasında söylediği gibi “Var olan tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyada ve manevi olan hayatta mutluluk sahibi yapmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddî ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum.Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.” Türkiye Cumhuriyeti 100. yaşını çok değil birkaç ay önce doldurdu. Yüz yıl bir ülke için gerçekten çok kısa bir süredir. Ama öyle anlaşılıyor ki, Cumhuriyet’le sorunları olanlar, aradan geçen yüz yılı çabuk unutmuşlar ve kaldıkları yerden işbaşı yapmak niyetindeler. Bunun için de önlerine çıkan hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar, hemen değerlendirmeye çalışıyorlar. Ama fena halde yanılıyorlar.
Recent Comments
Görüntülenecek bir yorum yok.