Evlat acısı

Gelişiniz bir rüya, gidişiniz bir isyan. Ayrılık kolay mı zannediyorsun Hilal kızım. Karçiçeğim… Anne, babanı, kardeşlerini, aileni arkanda bırakarak nereye gittin? Daha yedi yaşındaydın. Yapacak ne kadar işlerimiz vardı… Hiçbirini yapamadan…Ateş değiliz ki yanıp kül olalım, yağmur değiliz ki ıslanıp güneşte kuruyalım. Kuş değiliz ki uzak diyara uçup, yanına gelelim. Ayrılık o kadar zor ki yavrum, kurumuş yaprak gibi daldan dala savuruyor bizi…Dudaklarınızda yine tebessüm olacak mıydı, cüzdanımda duran, evimde, ofisimde asılı duran resimlerinizdeki gibi? Yine gülücüklerin savrulacak mıydı Ankara-Gölbaşı sokaklarında, çocukluğunun geçtiği Bayburt’ta?Uyuyamadım işte bir türlü, sabahın ilk ışıklarıydı. Dün, sabah ne kadar uzun sürmüştü. Bulabildiğim en güzel kıyafetleri giyerek sizin için yola koyuldum. Tıpkı, çocukluğumda bayram sabahları giydiklerim, yastık altında sakladığım en güzel elbiselerim gibi.Gelişiniz öylesine bir huzurdu ki geceler boyu hayâlini kurduğum düşlerden bile daha güzeldi. Uzaktan gördüm seni. Adeta herkesi kıskandıracak güzellikteydiniz. Beni babacığım diyerek kapıda karşılıyordunuz… Gözleriniz nasıl aydınlıktı öyle. Rengârenk giysileriniz, sıcak bakışlarınız ve insanın içini rahatlatan gülüşünüz ne güzeldi.Oysa sizden önce hüzün yağdı düşlerime. Hem öksüz hem yetim olmanın ezikliği vardı üzerimde. Evladını kaybeden bir baba, yaşayan ölü gibiydim… Önce sizi seyrede durdum uzun uzun, içime akıttım doyumsuz hasretinizi. Sizin gözlerinizde yaş vardı, hasret vardı gözlerinizin ardında.Nereye gideceğimizi konuşmadan yürümeye başlamıştık Bayburt’un sokaklarında… Mutluluk rüzgârları sürüklüyordu bizi, nereye varacağınızı bilmeden. Bazen oturduk, bazen yürüdük eskisi gibi. Bazen elimi tuttun, sırtıma bindin…Zamanın durmasını istedim, çünkü siz gidecektiniz. Ben yine yalnız kalacaktım. Sabah başlayan güneş de batmak üzereydi. Siz gitmeliydiniz bilinmeyen yere. Ne beni götürdünüz ne de siz benimle kaldınız. Ayrılığın hüznü yansımıştı gözlerimize, o gün bir hayal gibiydi.Siz giderken tutku sahilimden yaşlı gözleriniz. Siz kayboluncaya dek ardınızdan baktım, nazlı kızım. Gözlerimi alamadım bir türlü, sizi uzaklaştıran sokaklardan. Gelişiniz bir rüya, gidişiniz isyan. Bu rüyadan neden uyandım ki uyandığımda yine sen yoktun be kızım…AK Parti Bayburt eski milletvekili Bünyamin Özbek’in hastanede uzun süre tedavi gören 7 yaşındaki Hilal kızımız yaşam mücadelesini kaybetti. “Allah kimseye evlat acısını yaşatmasın” diyoruz. Ama kadere ve ilahi takdire de karşı gelemiyoruz.Bu yazıyı yazarken bile boğazım düğümlendi, yutkunamadım. Ne diyeyim doğum kadar gerçektir ölüm. İnsan, hayvan, bitki fark etmez. Doğar, büyür ve ölür. Mukadderdir…Dilimize takılmış bir laf var:’Acıyı veren, sabrı da verir.’Madem öyle, bekliyoruz.”Doğum gibi ölüm de olacak. Hep olacak. Ezelden ebede sürüp gidecek.Eskilerin deyimiyle “Allah sıralı ölüm versin” diyerek, hayatta olan ediplere sabır temenni edip, hakka kavuşmuş olanlara da yitirdiklerine de rahmet dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Yedi yaşındaki Hilal’in ölümü, sıralı ölüm değildi. Kızı Hilal’, prensesi… Babasının nazlısını, karçiçeğini toprağa vermek, Bünyamin Özbek dostum ve ailesi için çok zor oldu.Yakın dostları; Feramuz Üstün ve Hasan Karal’ın dedikleri gibi, Hilal kızımızı cennette yolcu ettik etmesine de anne ve babası, ailesi bu acıya nasıl dayanacak…? Nasıl atlatacaklar?Hilal kızımızı cennete yolcu ettik de çok üzgünüz çok… Başsağlığı dilemekten başka elimizden bir şey gelmiyor.