Geçtiğimiz günlerde, savaş fotoğrafçılığı tarihinin en çarpıcı karelerinden biri olan “Savaşın Dehşeti” (Napalm Kızı) fotoğrafına dair ortaya atılan bazı iddiaları bu köşede sizlerle paylaşmıştım. Geçtiğimiz hafta Associated Press’in (AP) bu iddialar üzerine yürüttüğü kapsamlı araştırmanın detaylarını okudum. Bu konunu fotoğraf ile haber fotoğrafı ile ilgilenen biri olarak, foto muhabirliğini hayatını adamış biri olarak benim ilgimi fazlasıyla çektiğini söylemeliyim.
Bahsi geçen fotoğraf, 8 Haziran 1972 tarihinde Vietnam’da, o dönem henüz 21 yaşındaki genç bir Vietnamlı AP fotoğrafçısı olan Nick Ut tarafından çekilmişti. Güney Vietnam ordusunun kendi mevzilerine yaptığı bir napalm saldırısından kaçan çocukları, özellikle de giysileri alev almış olan 9 yaşındaki Kim Phuc’u merkezine alan bu fotoğraf, yıllar boyunca savaş karşıtı kamuoyunun en güçlü görsel sembollerinden biri oldu. Tek bir karede, savaşın siviller üzerindeki yıkıcı etkisini, masumiyetin acıyla nasıl yok olduğunu ve bu yok oluşa tanıklık etmenin ne kadar önemli olduğunu gördük.
Ancak son zamanlarda, bu fotoğrafın gerçekten Nick Ut tarafından çekilip çekilmediğiyle ilgili bazı iddialar gündeme geldi. Yeni çıkan bir belgesel bu iddiaları detaylandırınca, AP yaklaşık bir yıl süren ciddi bir araştırma yürüttü. Arşiv taramalarından görsel analizlere, tanık görüşmelerinden sahnelerin 3D modellemelerine kadar uzanan bu çalışma sonucunda, ellerindeki mevcut deliller ışığında fotoğrafın Nick Ut’a ait olduğuna dair kaydı değiştirmeyi gerektirecek netlikte bir kanıt bulunmadığını kamuoyuna açıkladı.
Bu araştırmayı okurken sadece teknik detaylara değil, fotoğrafın çevresindeki etik, insani ve tarihsel bağlama da odaklandım. Çünkü bu tarz bir fotoğrafın değeri yalnızca “kimin çektiği” sorusuyla ölçülemez. Elbette isim önemlidir, özellikle de bizim gibi görsel tanıklıkla tarih yazanlar için. Ama bazen bir fotoğraf, onu çeken kişiyi aşar. O fotoğraf artık bir dönemin aynası, bir halkın hafızası, bir insanlık dersidir.
AP’nin raporunda yer alan detaylar hangi objektifin kullanıldığı, çocukların yolda ilk göründüğü an, fotoğrafçıların pozisyonları, çekim açılarının analizi bana, analog dönemin zorlukları kadar, görsel belgelerin güvenilirliğini sağlama sorumluluğunu da tekrar hatırlattı. O dönemde ne GPS vardı, ne zaman damgası. Pek çok negatif de yıllar içinde kaybolmuş ya da yok edilmişti. Ancak tüm bu eksiklere rağmen, olayın yeniden yapılandırılabilmesi ve bir anın bu kadar titizlikle korunması bana umut verdi.
Nick Ut’un sadece deklanşöre basmadığını da unutmamak gerek. O gün o çocukları hastaneye taşıyan da oydu. Kim Phuc’un hayatı, sadece bu fotoğrafla değil, o gün Ut’un gösterdiği insanlıkla da değişti. Bir kare, bazen bir yaşamın yönünü değiştirebilir. Bu yönüyle fotoğraf sadece belge değil, eylemdir.
Bu meselede başka bir yön daha dikkat çekici. Fotoğrafın orijinalliğini sorgulamak, aynı zamanda onun gücünü ve etkisini de kabul etmektir. Eğer bu kare bu kadar etkili olmasaydı, yıllar sonra bile üzerine konuşmaya gerek kalmazdı. Ama konuşuyoruz, tartışıyoruz, çünkü o kare hâlâ içimizi acıtıyor. Çünkü o kare hâlâ gerçek.
Bir fotoğrafçı olarak bu süreç bana bir kez daha şu gerçeği hatırlattı. Tanıklık etmek, yalnızca orada olmak değildir. Ne gördüğünü anlamak, hissetmek ve onu dürüstçe aktarmaktır. O anın yükünü taşımaktır. Hele ki savaş gibi, insanlığın en karanlık yüzlerinden biriyle karşı karşıya olduğumuz bir durumda, objektifin arkasında durmak bile cesaret ister.
Sonuçta, bu tartışmalar Nick Ut’un adını silmek yerine, onun çabasının altını çizdi. Aynı zamanda bizim gibi haber ve belgesel fotoğrafçılarına da şu soruyu yeniden sordurdu. Bir fotoğrafın değeri neyle ölçülür? Ün mü, teknik başarı mı, yoksa insanlık tarihine tuttuğu ayna mı?
Bence bu sorunun cevabı hâlâ o fotoğrafta saklı. 1972 yazında, Vietnam’da, alevlerden kaçan küçük bir kız çocuğunun gözlerindeki korkuda.
