Gündem inanılmaz bir şekilde aniden değişebiliyor. Nefes almayı dahi unuttuğumuz anlar yaşıyoruz. Ülke gündemi de uluslararası gündem de çok tempolu ve aslına bakarsanız, oldukça yorucu bir hâlde.
Coğrafyamızda savaş hiç eksik olmuyor. Neredeyse elli yıllık ömrümde, kendimi bildim bileli, içinde bulunduğumuz coğrafyadan savaş haberlerini dinlemediğim çok az sayıda gün vardır. Son birkaç yıldır Karabağ, Ukrayna, çatışma yoğunluğu düşse de devam eden Suriye, Gazze, Beyrut, İran- İsrail arasında karşılıklı füze atışları… Son günlerde Gürcistan’da yaşanan iç olaylar derken, son olarak da geçtiğimiz günlerde Suriye’de 61 yıl süren Esad döneminin kapanması.
Yaşanan her gelişme günümüzde, özellikle olayların yaşandığı bölgeye sınır olan diğer ülkeleri direkt, diğer ülkeleri de dolaylı yollarla etkiliyor. Ya orada yaşayan vatandaşları oluyor ya askerleri oluyor ya ticareti oluyor ya da o ülkeden ülkesine mülteciler geliyor. Esad gibi kaçmak zorunda olan diktatörlere ülkelerinde sığınma hakkı veriyorlar… Bu maddeleri daha da sıralayabiliriz.
Bu savaşlarda ölen, öldürülen gazetecileri anmadan geçemem. Görevleri sadece orada yaşananları uzaklarda yaşayanlara aktarmak olan çok sayıda meslektaşım kurşunların, bombaların hedefi oldu. Bundan dolayı cezalandırılan bir tane sorumlu ismi de duymadım. İsrail’in sadece Gazze’ye yönelik saldırılarında iki yüze yakın meslektaşım hayatını kaybetti.
Savaş yaşandığı bir ortamda herkesin normal bir hayat sürmesi çok zor; beklenemez de zaten. Tecrübeli bir gazeteci değilseniz, asker değilseniz, yaşanan çatışmaların, savaşların isteyerek bir tarafı değilseniz bu bölgelerde yaşamak ya da bulunmak çok zor gerçekten. O anki duyguları kontrol edebilmek ciddi tecrübe ve eğitim gerektirir. Gerçekten herkesin çevresinde bombalar patlarken rahat rahat yatağında uyuması mümkün değil.
Özellikle son 10 yıldır gerek savaşlar gerek iklim değişiklikleri nedeniyle, fakat özellikle savaşlar nedeniyle milyonlarca insan göçe başladı. Yaşadıkları yerlerden daha güvenli olduklarını düşündükleri alanlara doğru yöneldiler. Ülkemiz, bu yönelmenin en önemli kavşak noktasında yer alıyor. Milyonlarca mülteci ile birlikte yaşıyoruz ülkemizde son yıllarda.
Milyonlarca insanın ülkemizde olmasından memnun olan da var, memnun olmayan da.
Geçtiğimiz pazar günü Esad’ın devrildiği haberiyle uyanan mülteci durumundaki milyonlarca Suriyeliden binlercesi sokaklara çıkarak sevinç gösterilerinde bulunup kutlamalar yaptılar. Ellerinde ülkelerinin yeni bayraklarını alarak neredeyse sokak sokak dolaştılar desem yalan olmaz.
Kutlama alanına neredeyse her gelir düzeyinden Suriyeli gelmişti. Kimisinin son model lüks jeepleri vardı, kimisinin ise arabası bile yoktu. O soğukta yürüyerek ya da dolmuşlarla kutlama yapılan meydana gelmişlerdi. Toplanan kalabalık nedeniyle trafik akışı da neredeyse durdu. Kutlama için gelen bazılarının aracı bozulduğu için kalabalık arasında hareketsiz kaldı.
İçlerinde kutlama için baklava dağıtanı da vardı, mırra ikram edeni de.
Ülkelerinin yeni bayraklarını alıp sokaklara çıkanlar, bayrağı olmayanlar kâğıda çizdikleri yeni Suriye bayraklarıyla, Türk bayraklarıyla sokaklara çıkanlar, motosikletliler, kamyonetliler, ellerine geçen her şeyle kutlama yapabiliyorlardı. Çocukların yanaklarına, hatta bir Suriyelinin yüzünün tamamına yeni Suriye bayrağı çizilmişti.
Ayrı ayrı kaç yıldır ülkemizdeler bilemiyorum fakat yüzlerinde yeniden bir ülkeleri olduğu, dönebilecekleri bir ülkeleri olduğu hissi okunuyordu. Bu pazar günü sevinen Suriyelilerin arasında fotoğraf çekerken hissettiğim tek duygu buydu diyebilirim. Fotoğraflara da bu hisler yansıdı sanırım. İnsanların yüz ifadelerindeki umudu, kutlamalardaki coşkuyu ve belki de yıllardır bastırılmış bir özlemi gösterebiliyor.