Merhaba, bugün sizi Billy Wilder’ın sinema tarihine armağan ettiği siyah-beyaz bir başyapıtla, “Garsoniyer” (The Apartment) filmiyle, ahlak, aşk ve başarı üçgeninde gidip gelen bir insanlık öyküsüne götüreceğim.New York’un kalabalık caddelerinde yükselen gökdelenlerin soğuk duvarları arasında geçen bu hikâye, aslında hepimizin tanıdığı bir hayatı anlatıyor: küçük bir adamın büyük sistem karşısındaki yalnızlığını. C.C. ‘Bud’ Baxter sıradan bir sigortacı ama sıra dışı bir planı var: Bekâr dairesini, patronlarının kaçamak yapabilmesi için onlara açıyor. Bu ilginç ‘fedakârlık’ onu şirket içinde hızla yükseltiyor. Fakat asansör görevlisi Fran Kubelik’e âşık olduğunda, kariyerin ötesinde başka değerlerin de var olduğunu hatırlıyor.Jack Lemmon’un hem komik hem iç burkan oyunculuğu, Shirley MacLaine’in kırılgan ama dirençli karakteriyle birleşince ortaya duygu yüklü bir atmosfer çıkıyor. Fred MacMurray’in patron karakteri Jeff Sheldrake ise dönemin güç ilişkilerine ve kurumsal yozlaşmaya ayna tutuyor. Billy Wilder’ın hem yönetmen hem de senarist olarak filme kattığı mizahi ince ayar, filmi yalnızca romantik bir komedi olmaktan çıkarıp toplumsal bir eleştiriye dönüştürüyor.Film yalnızca seyircinin kalbine dokunmakla kalmadı, aynı zamanda sinema dünyasının da takdirini kazandı. 1961 Oscar Ödülleri’nde 10 dalda aday gösterilen yapım, En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Özgün Senaryo dahil olmak üzere 5 ödülle taçlandı. Ayrıca Venedik Film Festivali’nden ve diğer uluslararası platformlardan toplamda 17 ödül aldı. 1994’te ABD Ulusal Film Arşivi’ne alınarak kültürel ve estetik önemi resmî olarak da kabul edildi.Filmin müzikleri, sahnelerin duygusal yükünü taşıyan sade ama etkileyici melodilerden oluşuyor. Müzik, özellikle Baxter’ın yalnız gecelerini ya da Kubelik’in kırılgan ruh halini daha da görünür kılıyor. Film boyunca sık sık duyduğumuz hüzünlü tonlar, karakterlerin iç dünyasına bir pencere açıyor adeta.Belki de en unutulmaz sahnelerden biri, Fran Kubelik’in yılbaşı gecesi Baxter’ın evine geri döndüğü an. Film boyunca ikisinin yaşadığı çelişkiler ve yaralar, o son bakışta kapanıyor. Sessizce söylenen “Shut up and deal” (Kes sesini ve oyna) cümlesi ise sinema tarihine geçen, aşkı kelimelerle değil cesaretle ifade eden bir final oluyor.Garsoniyer bir tiyatro ya da kitap uyarlaması değil, ama kesinlikle bir tiyatro sahnesi kadar gerçek, bir roman kadar derin. Her karakter, her diyalog dikkatle yazılmış. Billy Wilder ve I.A.L. Diamond’un kaleminden çıkan bu senaryo, yalnızca bir dönemin iş ortamını değil, insan ruhunun çıkmazlarını da başarıyla anlatıyor.Bugünlük bu kadar, hoşçakalın.
