Merhaba, bugün sizi Elia Kazan’ın yönetmenliğini üstlendiği ve kendi ailesinden ilham alarak kaleme aldığı duygu yüklü bir göç hikâyesine, America, America adlı başyapıta doğru yürek burkan bir yolculuğa çıkaracağım.
1890’ların sonunda Kapadokya’dan yola çıkan genç Stavros’un hikâyesi, yalnızca bir karakterin değil, göç eden milyonlarca insanın ruh halini, umutlarını ve yıkımlarını da yansıtır. Osmanlı’daki Rumlar ve Ermeniler için baskı ve ölümle iç içe geçen bir dönemde, Amerika’ya ulaşmak yalnızca bir seyahat değil, aynı zamanda bir kimlik ve özgürlük arayışıdır. Stavros’un bu yolculuğu, tek yönlü bir biletle kurtuluşa değil, parçalanmış hayaller, acı dolu fedakârlıklar ve bedeli ağır seçimlere çıkar.
Elia Kazan’ın kendi amcasının hikâyesinden uyarladığı senaryo, bir otobiyografi kadar samimi, bir destan kadar kapsamlı. Film, Kapadokya’daki taş evlerden İstanbul’un arka sokaklarına, oradan da gemilerle Ellis Adası’na uzanırken yalnızca fiziksel bir yolculuğu değil, aynı zamanda bir insanın içsel dönüşümünü perdeye taşır. Kazan’ın yönetmenliği sade ama sarsıcıdır; özellikle göçmenlik, etnik kimlik, yoksulluk ve bireysel kararlılık gibi temalarda derin izler bırakır.
Stavros’u canlandıran Stathis Giallelis, oyunculuk kariyerinde parlayan ama daha sonra gölgede kalan isimlerden biridir. Ancak filmdeki performansı, onun bu rolle adeta bütünleştiğini gösterir. Giallelis’in yorgun bakışları, umutsuz kahkahaları ve inatçı suskunluğu seyirciyi karakterin içine çeker.
Filmin aldığı Oscar adaylıkları, teknik olarak da ne kadar başarılı olduğunu kanıtlar. Görüntü yönetimi özellikle Anadolu’nun ve İstanbul’un farklı dönem atmosferlerini başarıyla yansıtır. Siyah-beyaz olması da hikâyenin tarihsel gerçekliğine katkıda bulunur.
Müziklerinde klasik dramatik ağırlık taşıyan yapılar tercih edilmiş, sahnelerin ağırlığını daha da pekiştiren bir atmosfer yaratılmıştır. Stavros’un hayallerinden gerçeğe inişini, çoğu zaman müzikten çok sessizlik yansıtır; çünkü bu filmde, suskunluklar en gürültülü çığlıklar kadar etkilidir.
Bazı sahneler, sinema tarihine kazınacak denli güçlüdür. Stavros’un Amerika’ya ayak bastığı an ya da çareyi bir fahişeyle para karşılığı yakınlıkta arayıp, sonunda her şeyini kaybettiği sahneler, onun hayata ne kadar kırılgan ve bir o kadar da dirençli tutunduğunu gösterir.
America, America bir kitap uyarlamasıdır ama yalnızca bir romanı değil, bir halkın belleğini perdeye taşır. Elia Kazan’ın kaleminden ve kamerasından çıkan bu film, göçmenliğe, aidiyete ve “Amerikan rüyası”na karşı yazılmış en etkileyici sinema metinlerinden biridir.
Bugün göç yollarında hâlâ aynı zorluklarla mücadele eden milyonlarca insanın hikâyesini düşününce, Stavros’un mücadelesi yalnızca geçmişin değil, bugünün de hikâyesi olur.
Bugünlük bu kadar, hoşçakalın.
