Gogol’a grotesk soluklar

Akakiy Akakiyeviç’in sadece paltosunu çalmadılar, malumunuz. Bürokratik sistemin sersemleştirdiği zihnini yıllar yılı teskin eden ilk teselliyi, son derece kısıtlı yaşamının ilk dayanağını, ilk kez kendi için bir şey yapmış, ‘yapabilmiş’ olmasını, ‘sıcağını’ çaldılar.  Öyle ya, Palto hayali Akakiy Akakiyeviç’in yaşamını doldurup renklendirdi. Artık dokuzuncu dereceden bir kalem memurundan fazlasıydı, bir hayali vardı. O, canlandı; önünde belirli bir amacı olan her insan gibi daha kesin, kararlı hareket etmeye başladı. Paltosuna kavuştuğu ilk günü görülmeye değerdi, artık sıcacık bir hayat arkadaşıyla el ele yürüdüğünü sanıyordu, “Bak palto, burası Petersburg!”
Nikolay Vasilyeviç Gogol’un kaleme aldığı “Palto” dönemin Rusya’sını anlatmakla birlikte insanlığa dair söyledikleriyle zamandan ve mekandan bağımsız ‘evrensel’ dili yakalamayı başarmış bir başyapıt. Jean Cosmos tarafından oyunlaştırılan eserse yine okunmaya değer orijinallikte. Oyunda, Akakiyeviç’in iş arkadaşları dile geliyor; şu şahane paltonun zanaatkarı terzi alkolik ve hayli goygoycu bir tip olarak karşımıza çıkıyor, bir de karısı Anna var ki sormayın gitsin.
Erzurum DT’nin yönetmen koltuğunda Arif Atalay’ın oturduğu “Palto”su, gerek kalabalık kadrosu, gerek oyun metnine getirdiği yeni solukla izlenmeye değerdi. Nitekim her oyunu kolay kolay beğenmeyen bir arkadaşımın “Ne yap et Palto oyununa git, turne oyunu, haftaya bitiyor. Çok üzülürsün” demesi üzerine yola koyulup üç gün sürecek ve şehre tamamıyla ters bir istikamette kalan Etimesgut CKM Sahnesi istikametine doğru yola koyuldum. Şaka bir yana, Etimesgut’ta oturduğum halde yol bir saatten fazla sürdü. Hani bu kadar olurdu. Koordinatları özenle seçilmiş.
Sanatçıların, ismine ‘clown white’ denildiğini öğrendiğim makyajıylarıyla sahnede devleştikçe devleştikleri oyunda neler yok ki! Oyunun orijinal metninde Kovalov olarak karşımıza çıkan karakter üç kişi olarak verilmiş. Kovalov’un yanında İrina İvanovna ve Anton Vasilyeviç Meritzin karakterleri de var. Akakiy’den bir böcekmişçesine bahseden birbirinden renkli ve züppe bu iki karakterin ‘grotesk’ kahkahaları hala kulağımda desem yeri. Bu üçlüye öylesi bayıldım ki hayatlarına bir başka mercekten oyun yazılmalı fikrimce, izlenir. Hep trajik karakterin yanında mı olacağız yahu!
Yine Akakiy’nin paltoyu diktireceği terzi Simon Petkoviç’le köprüde dertleşerek içtikleri sahne görülmeye değerdi doğrusu. Gogol bile izlese şaşırır, ‘Ya ben nasıl bunları köprüde oturtup dertleştirmedim’ der yani. Öyle yakışmış hikayeye.
Daha evvel Kadri Özcan’ın tek kişilik performansıyla Tiyatro Libra tarafından sahnelenen “Palto” oyununu izlemiş, Özcan’ın tiyatro metnine “adapte ettiği” oyunu tamamıyla kasvet havasında vermeyip aralara minik espriler serpiştirmiş olmasını tebrik edilesi bulmuştum. Nerden bileyim Erzurum DT bu konuda çığır açacak. Yahu oyunda neredeyse ‘bufon’ tarzına uyarlanmış diyebileceğim bir karakter bile vardı. Terzinin karısı Anna, Mekselina Düğdü’nün performansıyla bizim zavallı öykücüğümüz ‘Palto’ya neredeyse ‘komik’ diyebileceğimiz yeni bir soluk getiriyor.
Biliyoruz ki Gogol, Akaki Akakiyeviç ile sadece Rusya’nın değil birçok ülkenin küçük insanları için evrensel bir karakter yaratıyor. Sistemin önemsiz, ufak bir parçası olan küçük insan Akakiyeviç dokuzuncu dereceden memur olmasıyla birlikte aynı zamanda dokuz göbekten de küçük insan. Ki hikayedeki ‘büyük insanlar’ın onu önemsemeyişi, kahrından öldüğündeyse her şeyin o hiç var olmamışçasına devam etmesi hep bundan. Ancak bildiğiniz gibi, zavallı öykücüğümüz burada bitmiyor. Akakiyeviç öykünün sonunda intikamını almak üzere mezarından kalkıyor ve bir zamanlar biricik paltosunun mimarı Petkoviç ile dertleştiği köprüde insanların paltolarını çalıyor. Oyunda bu sahne öyle harika verilmişti ki hayran kaldım, yansıtılan mor ışıkta öne çıkan beyaz makyajlar, hakikaten de tam bir hortlak sahnesine yakışırdı. Elbette trajik bir hortlak.
Erzurum DT, klasik ve hatta neredeyse geleneksel bir trajedinin boğucu havasına getirdiği yeni ve güncel soluklarla hem oyunu hem de oyuncuyu devleştirmiş. Bence Gogol’a grotesk soluk çok yakışmış. Bir dahaki Ankara turnesine koşa koşa gidilir, Etimesgut CKM’de olsa bile!